Üretmeden tüketenlerin sonu
Galatasaray’ın Frankfurt’ta aldığı 5-1’lik ağır yenilgi, ülke futbolunun Avrupa’daki çöküşünü ortaya koydu. Para harcadıkça geriye giden sistem, rekabetin zayıflığıyla çıkmazda.

Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’nde Eintracht Frankfurt deplasmanında aldığı 5-1’lik ağır yenilgi aslında tek bir maçın değil, uzun süredir devam eden bir çöküşün özeti gibiydi. Son yıllarda Avrupa kupalarında ülke takımlarının sahneye çıkışı, çoğu zaman aynı senaryoyla sonuçlanıyor: Büyük umutlarla kurulan pahalı kadrolar, sahada disiplinli, planlı ve sürdürülebilir bir modele sahip rakiplerin karşısında darmadağın olan takımlar.
Galatasaray’ın son 33 Şampiyonlar Ligi maçında sadece 3 galibiyet alabilmiş olması, durumun rastlantıdan ibaret olmadığının açık göstergesi. Bu tablo, yalnızca sarı-kırmızılıların değil, Türkiye futbolunun Avrupa’daki itibar kaybını özetliyor. Bir dönem Avrupa’nın ‘sürpriz yapabilen’ ekipleri arasında sayılan ülke takımları, artık gruplardan çıkmayı dahi mucizeye çevirmiş durumda.
YEREL REKABET BİTTİ
Bu düşüşün temelinde yerel rekabet ortamının giderek zayıflaması yatıyor. Süper Lig’de son yıllarda birkaç kulüp dışında istikrarlı bir sportif vizyon ortaya koyabilen takım kalmadı. Sezon başına iddialı girenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bu da ligdeki heyecanı azaltıyor, oyuncuları yukarıya taşıyacak rekabeti ortadan kaldırıyor. Düşük tempoda geçen lig maçları, uluslararası seviyede mücadele etmek için yetersiz durumda. Buradan yetişen oyuncular da doğal olarak Avrupa sahnesinde tutunamıyor.
Bir diğer sorun da plansızlık ve günü kurtarma anlayışı. Avrupa futbolunun geldiği noktada sürdürülebilirlik, oyuncu yetiştirme ve modern futbol dinamiklerini içselleştirmek birincil kriter haline geldi. Türkiye’de ise hâlâ transfer merkezli bir yol haritası izleniyor. Kulüpler astronomik maaşlarla ‘yıldız’ isimleri kadroya katarken altyapıya yapılacak yatırımlar ikinci plana itiliyor. Frankfurt karşısındaki tablo tam da bunun örneğiydi: Alman ekibi sistemin ürünü, genç ve dinamik bir kadroyla sahaya çıkarken Galatasaray bireysel yıldızların günü kurtarma çabasının mahkûmu oldu.
Ekonomik boyut da göz ardı edilemez. Türkiye’de kulüpler, UEFA’nın finansal fair play kurallarının eşiğinde sürekli borç çevirerek ayakta kalmaya çalışıyor. Ancak bu borçlanma modeli sportif başarı getirmiyor. Tersine günü kurtaran pahalı transferler birkaç ay sonra tribünlerin sabırsızlığıyla tartışılır hale geliyor. Kulüplerin sportif direktörlük sistemini oturtamaması, teknik direktör değişikliklerinde istikrarsız davranması, uzun vadeli planları imkânsız hale getirdi.
KISIR DÖNGÜ
Bu kısır döngünün etkisi yalnızca kulüpler düzeyinde değil, ulusal takım seviyesinde de net şekilde görülüyor. Ligdeki düşük tempo ve zayıf rekabet ortamında gelişen futbolcular Avrupa Şampiyonaları veya Dünya Kupaları’nda karşılarına çıkan üst düzey rakiplerle mücadele etmekte ciddi anlamda zorluk çekiyor. Özetlemek gerekirse Ulusal Takım’ın kilit oyuncularının hemen hemen hepsinin yurt dışından yetişen isimler olması bir tesadüf değil.
Bugün hâlâ Avrupa arenasına çıkıldığında, geçmişin nostaljileriyle övünülüyor. Oysa gerçekler çok daha acı. Galatasaray’ın 33 maçta yalnızca 3 galibiyet alabilmesi, Fenerbahçe’nin yıllardır Şampiyonlar Ligi’ne katılamaması, Beşiktaş’ın istikrarsız Avrupa performansı… Bunlar yalnızca sonuç değil, derin bir yapısal çürümenin işaretleri. Türk futbolu üretmeden tüketiyor ve bu tüketim, sahadaki rekabet gücünü her geçen gün biraz daha törpülüyor.
Artık açıkça görülüyor ki, Türk futbolu ciddi bir yol ayrımında. Bir yanda günü kurtarmak için yapılan pahalı transferler, diğer yanda uzun vadeli planlamayı zorunlu kılan küresel futbol gerçekliği. Eğer kulüpler, federasyon ve tüm futbol paydaşları yapısal reformlara yönelmezse Frankfurt maçındaki gibi skorlar yalnızca birer gecelik kâbus değil, kalıcı hale gelecek göstergeler olacak.


