Uşaklı devrimcilerin hikâyesi

İLHAN AÇMANCI

1980 öncesi dönemde ülkenin pek çok yerinde olduğu gibi Uşak’ta da devrimci bir kıvılcım koca bir yangına dönüşmüştü. Devrimci Yol hareketinin 1975 ile 1981 arasında yarattığı dalga Ege Bölgesi’nin bu küçük şehrini de içine almayı başarmıştı. Sadece faşizme karşı mücadelenin değil, yeni bir yaşamın nüvelerini oluşturmaya yönelik devrimci kararlılığın merkezlerinden biriydi Uşak. Hatta pek çok yöreye göre örgütlenme düzeyi ve refleksleri oldukça gelişmişti. Buna rağmen Devrimci Yol denince ilk akla gelen Fatsa, Yeni Çeltek, ODTÜ ÖTK gibi deneyimlerin yanında adı anılmadı. Buna ek olarak devrimci kamuoyu Uşak deneyimi hakkında layığıyla bilgilendirilmedi. İlgisi olan kişiler, tekil anlatılarla, geçmişe dair bölük pörçük anı parçalarıyla yetinmek durumunda kaldılar.

Geçtiğimiz günlerde Sol Kültür Yayınları’ndan çıkan Mutlu Arslan’ın yayına hazırladığı Hepimizin Hikâyesi adlı kitap bu eksikliği gidermeyi hedefliyor. 1980 öncesi dönemde Uşak’ta Devrimci Yol saflarında örgütlenmiş elli kişinin katıldığı seri toplantıların bir araya getirilmesinden oluşan bu kitap, Uşak’ın 1975-1981 yılları arasındaki devrimci tarihini anlatıyor.

BÜYÜK DEĞİŞİMİN EŞİĞİNDE

Kitap öncelikle Uşak’ın sosyal, kültürel ve siyasal yapısını tartışmaya açarak başlıyor işe. Devrimcilerin örgütlülüklerini geliştirdikleri ortamı tam olarak anlamamızı istiyor çünkü. Aynı esnada ülkedeki gelişmelerin Uşak’a nasıl yansıdığını da en küçük şehirlerde bile faşist hareketlerin nasıl korunup, kollandığını da öğreniyoruz. Bu ortamda başka bir dünya hayali kurmaya çalışan gençlerin faşist saldırganlıkla ilk karşılaşmaları da gerçekleşiyor. Bu saldırılara karşı duruşun geniş kitlelerle buluşmada nasıl bir etkisi olduğunu da anlıyoruz bir tarafıyla. 17-18 Mart Direnişi ile zirveye ulaşan faşist hareket ve devlet saldırganlığına karşı mücadelenin nasıl tüm Uşak’a yayılan bir örgütlenmeye dönüştüğünü de takip ediyoruz kitabı okurken.

Bir şehirde yaşanan büyük değişimin eşiğinden adımımızı attıktan sonra ise hareketin tek yüzünü değil, örgütlendiği her alandaki deneyimlerinin nasıl bir birikim yarattığını da gösteriyor bize Hepimizin Hikâyesi. Mutlu Arslan, Hüdai O. Akcura ve Ecevit Genç’in yönlendirici soruları eşliğinde şehrin tüm noktalarında mücadelenin nasıl büyüdüğünü takip ediyoruz. Sadece gençlik içinde değil, işyerlerinde, okullarda, mahallelerde, köylerde kısacası hayatın her alanında varlığını hissettirmeye başlıyor devrimciler. Bununla beraber Uşak halkının da devrimcilere kucak açtığını, onların mücadelesine omuz verdiğini söylemek gerekiyor.

TARİHE BAKABİLMEK

Sonrasında ise darbeye giden süreçte yapılan hazırlıkları, darbeyle birlikte verilen mücadeleyi, bu esnada yitirilen yoldaşları, çekilen acıları da okumaya başlıyoruz. Fakat geçmiş değerlendirmesinde, yenilginin yarattığı sinik bakışın izlerini görmüyoruz. Bunda kolektif anlamda bir tarihi anlama çabasının etkisi büyük.

Bunu vurgulamamın özel bir nedeni var: Son yıllarda çıkan pek çok anı kitabında öznel bir bakış açısının baskın olma eğiliminde olduğunu gözlemliyoruz. Dahası geçmişte yaşananlara bugünün gözlüğüyle bakan, bugünün tartışmalarını geçmişte yaşananların yeniden yorumlanmasıyla çözmeye çalışan fakat ne geçmişi ne de bugünü tam manasıyla kavrayabilen bir tarz egemen olmuş durumda bu tarz kitaplara. Yetkin ve kapsamlı örnekleri olmasına rağmen devrimci anılarında geçmişle hesaplaşma perdesinin ardında, tükenmiş tartışmaları yeniden önümüze sürülmesine, yaşanılan dönemin romantize edilmesine, olayların öznel bir bakışla anlatılarak manipüle edilmesine bir türlü alışamadığımı söylemeliyim. Oysa bireysel hezeyanlardan çok geçmişte yaşananların nesnel bir şekilde aktarılmasına ihtiyacımız var. Hepimizin Hikâyesi bu anlamda pek çok anı kitabından farklı bir yerde duruyor.

Sıkı bir sözlü tarih çalışması olarak da adlandırabiliriz Hepimizin Hikâyesi’ni. Çünkü bahsedilen handikaplara düşme tehlikesini önceden sezinleyerek, tavrını net bir şekilde ortaya koyuyor. Aynı zamanda hegemonik tarih anlatısına karşı da duruyor bunu yaparken. “Aslanlar kendi tarihlerini yazana kadar, av hikâyeleri hep avcıları övecektir”, atasözü artık klişeleşmiş olsa da inatla, ezenlerin tarih yazımının, toplumsal günahları övgülerle bezenmiş bir monologla boğma kararlılığını bize hatırlatır. 12 Eylül 1980 askeri darbesi de Türkiye tarihinin “av hikâyeleri”nden. Üzerinden neredeyse kırk yıl geçmiş olsa da hâlâ “Kardeş kardeşi vuruyordu… Aslında iyi oldu; başka çözüm yoktu: Çok anarşi vardı” gibi alt metinlerle karşılaşabiliyoruz. Aşağıdan tarih yazımına örnek olarak göstereceğimiz Hepimizin Hikâyesi’nin hem av palavralarına hem de siyasi hesaplaşmalara, akılcılaştırmalara, temize çekmelere karşı doğrudan doğruya yaşananları merkeze alarak önemli bir boşluğu doldurduğunu söyleyebiliriz.