Usta olmak!
Onların “Dondurma” olan soyadını çok geç öğrendim. Bildim bileli adlarının sonunda bir “Usta” sıfatı vardı, soyadı yerine. Hidayet Usta
Onların “Dondurma” olan soyadını çok geç öğrendim. Bildim bileli adlarının sonunda bir “Usta” sıfatı vardı, soyadı yerine.
Hidayet Usta babamın dostuydu. Niksar’da belli bir yaşın üstünde olup da onu tanımayan yoktur. Birkaç nesilden insanın en mutlu günlerine imza attı Hidayet Usta.
Müzik yapanlara “çalgıcı” denildiği zamanlardı ama kimse “çalgıcı” demezdi ona. “Usta”ydı o, zurnanın ustası. Yanaklarını şişire şişire üfleyişi zurnayı, hâlâ gözlerimin önündedir.
Bir düğünü Hidayet Usta’nın çalması ayrıcalıktı Niksar’da. Baba dostu olduğundan o ayrıcalığı kolay yakaladık biz. Biraderle benim sünnet düğünümüzde Hidayet Usta çaldı.
Onun zurnasını duyan yerinde duramazdı. Duramazdı da, bizim o koşullarda zurnayı duyacak halimiz yoktu pek. Benden çok daha cesur olduğundan, ilk biraderi götürdüler sünnetçinin önüne. Oysa büyük olan bendim. Daha dokunulmadan bir yerine, nasıl çığlık attıysa birader, kendimi komşu bahçede bir ağacın tepesinde buldum.
Hidayet Usta bizim bahçede konukları coştururken, bir grup aile büyüğü de beni can havliyle çıktığım kavak ağacının tepesinden indirmeye çalışıyordu.
Toprağı bol olsun, Hidayet Usta ardında saygı ve sevgiyle anılan bir isim bırakarak gideli çok oldu.
Evlendiğimde yanaklarını şişirerek zurnayı üfleyen küçük oğluydu Hidayet Usta’nın. Kimi Almanlar zurnayı ilk bizim düğünde duydular, babasından geri kalmayan İlhan Usta’nın nefesinden.
Büyük oğul Orhan Usta hem sanayide otoların ustasıydı, hem de sazın ve sözün.
60’ından sonra ehliyet alıp araba diye tutturunca babam, Hidayet Usta ile olan dostluğunu Orhan Usta ile sürdürüp pekiştirdi. Ona aldığımız eski otomatik Mercedes’i biraderin astsubay arkadaşları götürdü Niksar’a. Arabayı teslim edip daha beş on adım gitmeden, bir gümbürtüyle dönmüşler geri. Orta çarşıdaki elektrik trafosunun üstünden geçip ters döndürmüş Mercedes’i babam. Bir şekilde tekrar dört teker üstüne oturtulan araba doğru Orhan Usta’ya!
Şoförlük yaptığı sürece, ölümünden iki yıl önceye kadar, Orhan Usta’nın sanayideki dükkânı ikinci adresi oldu babamın. Kâh yoldan çıktı, kâh arkadan bir traktör tekerine vurdu ve her seferinde soluğu Orhan Usta’nın dükkânında aldı. Kazaları annemden duyup da laf sokuşturduğumuzda cevabı hazırdı: “Daha bir tek karınca bile ezmedim!”
Orhan Usta şimdi Almanya’da, küçüğü İlhan Usta da. Boynuz kulak misali, epey ünlendi İlhan Usta. Babasının Niksar’daki ününü memleket dışına taşıdı. Almanların Sat 1 kanalında bir komedi şov programında iki yıl kadar zurna çaldı. Zurnayla caz yaptı. Ah bir de nota bilgisi olsa, eline su döken olmazdı oralarda.
Tatilin üçte birini bitirdiğimiz geçen gün, kardeşlerim “Abi, senin köşenin neden bir adı yok” diye üstelerken aradı Orhan Usta. Kılıçdaroğlu için yazıp bestelediği şiiri bana göndermiş. Size ancak nakaratını mırıldanabileceğim parçayı tatil sonrası adresine ulaştıracağız artık: “Gel kardeşim, elini / Ver bana, ver bana, ver bana / Bu çağdaşlık yolunda / Yürüyelim yan yana.”
Hidayet Usta ile babamın dostluğu biraz da bu “çağdaşlık” değerleri üzerinde yükselmişti galiba. Aralarında baba-oğul kadar yaş farkı olmasına karşın Orhan Usta ile de bu nedenle sazlı sözlü sohbetleri olurdu.
“Niye köşenin adı yok” sorusuna yanıt ararken, telefonu Hızır gibi yetişen Orhan Usta’ya “Seneye evleneceğim” dedim, “Almanya’dan gelip siz çalarsınız artık!” “Ne diyosun, abi!” dedi Orhan Usta, dehşete düşmüş bir sesle. “Merak etme” dedim, “aynı hanımla evleneceğim, maksat düğün olsun, sizin zurnanızı dinleyelim.”
Sonra bizimkilere dönüp “İster köşe olsun, ister insanoğlu” dedim, “ad öylesine alınmaz. Adı hak etmek lazım. Yaptığın işte usta olmak lazım. Köşenin bir adı hak ettiğini düşünürse okur, kendisi bir ad verir zaten.”
Adsız bir köşe yazmaktan şikâyetçi değilim ben. Keşke Hidayet Usta’nın zurnası gibi güçlü bir kalemim olabilse. Kâh coştursa, kâh düşündürse… Önemli olan “usta”laşabilmek yapılan işte. Sonra, bir ad gelir nasıl olsa!