Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında imzalanan Üçlü Mütabakat’ı ise dış politika uzmanı Prof. Dr. İlhan Uzgel BirGün’e değerlendirdi:

"Erdoğan’ın dış politikadaki ustalık dönemi en gereksiz hamleleri yaptığı dönem oldu. Uzun süredir izlenen dış politika ile Türkiye’nin ihtiyaç ve beklentileri arasındaki bağ kopmaya başladı. Dış politika denilen alan Erdoğan ve çevresinin kendilerinin iktidarda tutunmaya çalıştıkları bir deneme sürecine dönüştü.

Erdoğan iktidarının en son NATO’da gündeme getirdiği veto konusuyla ilgili gelişmeler bu anlayışın ürünü. NATO ve Türkiye’nin NATO üyeliği bir vaka. Bu durum Erdoğan’dan önce de vardı, şu anki koşullarda sonra da devam edecek.

Ülkedeki hâkim siyasal düzen şu anda NATO’dan vazgeçmez. NATO ve buradaki üyelik güvenlikle sınırlı bir konu değil, bunu aşan ideolojik ve siyasal bir tercih.

Yine de bunun içinde teknik anlamda bir diplomatik süreç yürütmek mümkün ve Erdoğan’ın bu çok iyi becerdiği ve bunun için şimdiye kadar Batı’dan destek gördüğü ikili oyun tutuyor. Bir yandan anti-emperyalist, Batı karşıtı ve gerektiğinde ABD’ye kafa tutan, ama öte yandan Batı sistemine ve onun güvenlik aygıtı NATO’ya hizmet eden ve bunu kamuoyu gözünden saklamayı çok iyi başaran bir iktidar ve onun söylemi.

EN KÖTÜ PAZARLIK

Bu oyun içinde Erdoğan zaman zaman sınırları zorladı. Son İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini veto edeceğini duyurduğunda ise aslında şimdiye kadar yaptığı pazarlıkların en kötüsünü yaptı. Öncelikle, Erdoğan kendi iktidar sürecinin en zayıf noktasında bulunuyor. Ekonominin durumu bütün dünyada biliniyor ve takip ediliyor, yine seçmen tabanının eridiği de gayet açık, komşularıyla ilişkileri toparlamaya çalışıyor ama bölgesel güç iddiasında bulunan bir ülke için bunu çok alttan alarak yapıyor. Dolayısıyla, bu noktadan pazarlığa oturmanın kendisi diplomasi tekniği açısından şartları fazlasıyla zorlama anlamına geliyor.

İkincisi, İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği hem Batı içindeki dayanışmanın göstergesi, hem de NATO’yu güçlendirmek açısından çok önemliydi ve Batı’da bu konuda bir konsensus vardı. Buna direnmek de çok zordu.

Öyle görünüyor ki, zaten zayıf olan düğümü çözmek Biden’in bir telefonuna kalmış. Büyük bir olasılıkla Erdoğan veto konusunda daha uzun süre ayak diretmeyi düşünüyordu ve dönüşte seçmenine bu direnişin öyküsünü anlatacak, ‘Bütün NATO üzerimize geldi ama eğilmedik dik durduk’ diyecekti. Ama olmadı. Hikâyeyi değiştirerek aktarmak gerekti ve öyle de yapıldı. Bu kadar muğlak, diplomatik olarak pek birşey ifade etmeyen, altında NATO Genel Sekreteri’nin imzası olmadığı için NATO’yu bağlamayan bir belgeyi zafer diye sunmak kendi medyasına düştü.

Bu arada Üçlü Mutabakat İsveç ve Finlandiya’da da tartışma yarattı ki bu da son derece anlaşılır bir durum. Bir defa sol ve insan haklarına duyarlı çevrelerin Türkiye ile, hem de NATO gibi istemedikleri bir örgüte girmek için yapılan pazarlığın kendisi etik dışı görünüyor. Yani, Türkiye gibi otoriter bir rejimle yönetilen ve insan haklarını ihlal eden, Kürt sorununda askeri çözümü zorlayan, komşularına askeri operasyon düzenleyen bir ülke ile masaya oturup, hem de bazı isimlerin İsveç ve Finlandiya’dan sınır dışı etmenin pazarlığının yapılmasına itiraz yükselmesi çok doğal. Tuhaf olan hükümet medyasının bunu kendi kazanç hanesine yazmaya çalışması, diplomatik zafer için bir karine olarak kullanması."