More, insanın yeteneklerini ve kendini var edebilme kapasitesine inanan ama bunu toplumsal yapıda gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünen bir entelektüeldi.

Ütopya mı distopya mı? Thomas More’un Ütopya’sı

DERYA GÜRSES TARBUCK

2016 yılı Thomas More’un Ütopya (1516) eserinin 500. basım yılıdır ve bu yıldönümü More’un doğduğu ve yaşadığı İngiltere’de kutlamalar ve sempozyumlara vesile olmuştur. More, genellikle radikal bir siyasi görüş belirttiğine inanılan Ütopya eserinde ideal bir dünya resmi çizmesi ile bilinir. Ancak bu yönde belirtilen görüşlerin ve yapılan yayınların problemli olan noktası, çoğunlukla Ütopya eserini ve Thomas More’un duruşunu fikir tarihi perspektifinden ele almalarıdır. Burada fikir tarihinden kasıt şudur: Fikir tarihçileri tarihsel bağlam ile çok ilgilenmezler, yani tarihsel olayları çevreleyen toplumsal, siyasi, kültürel ve dini bağlamlardan bağımsız olarak fikirlerin gelişimini incelerler. Aslında fikir tarihi çalışmak kendi başına meşru bir alandır ve bir noktaya kadar bir problem yoktur, bir metodolojik fark olarak kabul edilebilir bu yaklaşım.

Bununla birlikte düşünce tarihi özellikle de Yeniçağ çalışıyorsanız, bütüncül bir bakış açısı getirmektedir. Bütüncül bir bakış açısı yakalamanın yolu da tarihsel bağlamlar (siyasi, ekonomik, dini, kültürel) çerçevesinde konuyu ele almaktır. Bağlam, tarihçinin ayaklarını çalıştığı döneme sağlam basmasını sağlayan bir araçtır ve bu makalede Thomas More’un Ütopyası bu bağlamlar çerçevesinde ele alınacak ve distopik eğilimleri açısından değerlendirilecektir.

Thomas More bir Rönesans hümanisti idi ve çalışmalarının değerlendirilmesi gereken bağlamlardan bir tanesi More’un hümanist bakış açısıdır. Hemen hemen her Rönesans hümanisti gibi ‘civic humanism’ yani ‘kamu hümanizması’ inandığı unsurlardan biri olmuştur. Aynı zamanda kariyerini de kamuda aktif rol alacak şekilde yönlendirmiş bir siyaset adamıdır. 8. Henry’ye danışmanlık ve Lord Chancellor’luk (Lordlar Kamarası Başkanlığı) yapmıştır.

Ütopya bir siyaset felsefesi metni olarak da değerlendirilebilir. Ütopik bir eser olduğuna dair argümanlar da genellikle bu çerçeveden olmuş ve ideal bir yönetim şekli olarak Ütopya adasının yönetim şeklinin en iyi yönetim şekli olduğundaki inancının More’u bu eseri yazmaya ittiği konusunda fikir birliği oluşmuştur. Ütopya eserine göre, adada özel mülkiyet yoktu. Bu durum Ütopik eğilimi olan tarihçiler tarafından More’un siyasi ve ahlaki bir seçimi olarak yorumlanır. Oysa burada dikkat edilmesi gereken unsur, More’un metafor kullanımı ve bunu yaparken niyetidir. İngiltere Krallığı’nı ve yönetim şeklini, Ütopya adası ideallerini kullanarak eleştiriye tabi tuttuğu kabul edilebilir ancak, Ütopya ideallerinin gerçek olması konusunda More en ufak bir yol çizmez ve görüş bildirmez. Bu durumda da Ütopya gerçek olması imkânsız bir idealizasyondan öteye geçmez.

Gerçekleşmeyeceğini kesin olarak düşündüğü bir Ütopya adası yönetim şekli de toplumsal bir kritik olma kategorisine girmeye adaydır. Bundan kastım, aslında Thomas More kamu hizmeti yaparak var olan düzende kendine yer edinmeye çalışarak hayatını geçirmiştir ve bu eserinde ütopik ideallerin imkânsızlığına dikkat çekmeye çalışmaktadır. Bu imkânsızlık fikri distopik bir eğilimdir: Raphael hikâyesini bitirince; Ütopyalıların savaş sistemleri, dinleri, törenleri, yasaları, töreleri daha birçok kurumları üstünde bir hayli düşündüm. Bunların çoğu olmayacak şeyler gibi göründü bana. Asıl beni şaşırtan da bu garip devletin parasız pulsuz ortak yaşama düzeni oldu. Bu ortaklık para ile birlikte, devletin şanı şerefi sayılan; soyluluk, yücelik gibi parlak, görkemli bütün üstünlükleri kökünden atıyordu. Zira Thomas More, bir Rönesans hümanisti olarak insanın yeteneklerini ve kendini var edebilme kapasitesine inanan ama bunu toplumsal yapıda gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünen bir entelektüeldi. Bir siyaset felsefesi metni olarak en iyi yönetim seklinin nasıl olması gerektiği sorusuna vereceği cevap idealistten çok realist olmuş görünmektedir.

Thomas More’un Ütopya eserinin değerlendirilmesi gereken bir diğer bağlam da basıldığı dönemdeki din tartışmalarıdır. More, Erasmus’un hümanist fikirlerinden oldukça etkilenmiş ve hatta Ütopya’nın ilk baskısını Erasmus’un kendisi yapmıştır. Erasmus bu dönemi çalışan düşünce tarihçileri tarafından Kilise kritiği yapan ve Reformasyon’a yol açan fikirleri ile tanınır. Erasmus’un Hümanizması seküler anlamda anlaşılmamalıdır, zira kendisi dinin değil kilisenin reform geçirmesi gerektiğine inanmaktaydı. Bu anlamda, Thomas More’un tarihçiler tarafından şüphe edildiği şekilde 8. Henry’e rağmen Protestanlığa geçmeyip, Katolik mezhebinde kalması çok şaşırtıcı değildir.

Ütopya eserindeki din algısına bakacak olursak, inanacakları konusunda adada bir çeşitlilik olmasına rağmen More, açık bir şekilde tek Tanrılı bir din savunması yapmaktadır. Reformasyon tarihi konusunda dikkat edilmesi gereken önemli unsurlardan biri şudur: Erasmus gibi Hümanistler ilk etapta Katolik Kilisesi’nin bir reformdan geçirilmesi fikrini savundular, hareketin Protest bir başka mezhep doğurması Alman Prenslikleri önderliğinde Martin Luther’e verilen siyasi destek ile olmuştur. Erasmus insanın kendi selametini ve mukadderatını kendi aklı ve gayretleriyle değiştirip değiştiremeyeceği konusunda Luther’le büyük bir ayrılığa düşmüş, bunun neticesinde insanın kendi özgürleşmesinin mimari olabileceğini savunan diğer hümanizma temsilcileri ile birlikte reformasyondan uzaklaşmıştır. Thomas More bu anlamda Erasmuscu olarak adlandırılabilir ve tam da bu yüzden 8. Henry’nin reformasyon programına direniş gösterdiği bilinmektedir. İngiliz Krallığı ve 8. Henry’nin Roma Kilisesi’nden ayrılması da bir o kadar siyasi bir sebebe dayanmaktadır. Henry reformasyon ideallerini Ulus-Krallık fikrini sağlamlaştırmak ve otoritesini yaymak adına kullanmıştır. Ulusal Kilise’nin başına kendini geçirmesi bunun en bariz örneğidir. Bu adımıyla Thomas More’u karsısına almış, çok süre geçmeden de hayatına mal olmuştur.