Google Play Store
App Store

Özel sektörün artan etkisi, yapay zekânın gelişim hızını artırırken, bu teknolojilerin nasıl ve kimin yararına kullanılacağı konusunda da bir cevap niteliği taşıyor.

Uzak olmayan bir galakside yapay zekâ-2

Mehmet Yiğit Özgenç - Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu üyesi, Yapay Zekâ Araştırmacısı

Yapay zekânın temelleri, veri olmadan düşünülemez. Peki, bu veriler nereden geliyor ve kimlerin verisi kullanılıyor? Bu sorular, yapay zekânın toplumsal ve etik boyutlarını anlamak için kritik öneme sahiptir. Günümüzde, milyarlarca insan her gün internete bağlanıyor, sosyal medya platformlarında içerik paylaşıyor ve dijital dünyada iz bırakıyor. Facebook, Instagram, Twitter gibi sosyal medya platformları, kullanıcılarının yüklediği fotoğraflar, videolar, yorumlar ve beğenilerle devasa veri havuzları oluşturuyor. Bu veriler, yapay zekâ modellerinin eğitilmesi ve geliştirilmesi için hayati bir kaynak haline gelmiştir.

Sosyal medya platformları, kullanıcı verilerini toplamak ve analiz etmek için gelişmiş algoritmalar kullanır. Her tıklama, her paylaşım ve her beğeni, bir veri parçasıdır. Bu veriler, kullanıcı profilleri oluşturmak, reklamları hedeflemek ve kullanıcı deneyimini iyileştirmek için kullanılır. Ancak, bu veri toplama süreci, genellikle kullanıcıların rızası olmadan veya farkında olmadan gerçekleşir. Kullanıcılar, gizlilik sözleşmelerini okumadan kabul eder ve verilerinin nasıl kullanıldığını tam olarak bilmeden sosyal medya platformlarına içerik yükler.

Veri gizliliği konusundaki en büyük skandallardan biri, 2018 yılında ortaya çıkan Cambridge Analytica skandalıdır. Cambridge Analytica, milyonlarca Facebook kullanıcısının verilerini izinsiz olarak toplamış ve bu verileri siyasi reklam kampanyalarında kullanmıştır. Şirket, kullanıcıların kişisel verilerini analiz ederek, onların siyasi tercihlerini ve davranışlarını etkileyen hedefli reklamlar oluşturmuştur. Bu skandal, veri gizliliği ve kullanıcı mahremiyeti konusundaki endişeleri artırmış ve sosyal medya platformlarının veri toplama ve kullanma süreçlerini gözden geçirmelerine yol açmıştır. Cambridge Analytica skandalı, veri güvenliği ve etik sorumlulukların önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Kullanıcı verilerinin izinsiz satışı, büyük bir ticaret haline gelmiştir. Şirketler, kullanıcıların verilerini toplayarak bu verileri üçüncü taraflara satmakta ve bu süreçten büyük kazançlar elde etmektedir. Reklamcılar, veri brokerleri ve diğer ticari kuruluşlar, kullanıcıların alışkanlıklarını, tercihlerini ve davranışlarını anlamak için bu verileri kullanır. İzinsiz veri satışı, kullanıcıların mahremiyetini ihlal ederken, büyük şirketler için önemli bir gelir kaynağı oluşturur. Bu durum, veri sahipliği ve gizliliği konusundaki etik sorunları daha da derinleştirir.

Kullanıcı verisi toplayan şirketler, bugün yapay zekânın en büyük oyuncuları arasında yer almaktadır. Google, Facebook, Amazon ve Microsoft gibi teknoloji devleri, büyük veri toplama kapasiteleri sayesinde yapay zekâ alanında öncü konumdadır. Bu şirketler, sahip oldukları devasa veri havuzlarını kullanarak yapay zekâ araştırmaları ve uygulamaları için güçlü modeller geliştirmektedir. Aynı zamanda, bu şirketler en yetenekli mühendisleri ve biliminsanlarını bünyelerinde toplamakta, yapay zekânın gelişiminde kritik rol oynamaktadır. 1980’lerden 2000’li yıllara kadar üniversitelerin başını çektiği yapay zekâ araştırmaları çoğunlukla endüstriye ve endüstrinin çıkarları amacıyla gerçekleştirilen araştırmalara kalmıştır.

YAPAY ZEKÂ BİZİ İŞSİZ BIRAKACAK MI?

Hayal edelim ki, insana dair bütün işgücünün robotlar tarafından yapıldığı bir dünya var. Tarımdan üretime, hatta hizmet sektörüne kadar bütün süreçlerin yapay zekâ tarafından yönetildiği bir dünya. Bizi ameliyat eden robotlar, sokakları temizleyen ve hatta bizi hukuk karşısında savunan robotlar. Böyle bir teknoloji bir gün üretilir mi bilinmez, ama artıdeğerin, yani sömürünün olmadığı bir dünya, kapitalizm var olduğu sürece mümkün olmayacaktır.

Bir taraf fakirleşmedikçe öbür taraf zenginleşemez; kapitalizm kendini devam ettirmek için sınıf farklılığını korumak zorundadır. Bu yüzden teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, sistem kendini var etmenin yollarını, sömürüyü sürdürülebilir kılmayı, artıdeğeri üretecek yeni araçlar yaratmayı esas kılacaktır.

Bu noktada önemli olan, teknolojik gelişimi kimin yönlendireceğidir. Tıpkı üretim araçlarında olduğu gibi yapay zekânın da özel mülkiyeti, kapitalist toplumda toplumun emeğini sömürmek için bir araç olarak kullanılır. Yapay zekâ ve gelişimi toplumun yönlendirmesinde olduğunda, bu sömürü ortadan kalkar ve üretim, toplumun genel refahı için yapılır.

Teknolojinin işsizliği artırıp artırmayacağı sorusu, aslında sınıfsal bir sorudur. Geçmişte, makinelerin tarım ve sanayi sektörlerinde kullanılması, birçok işçinin işsiz kalmasına yol açtı. Ancak, bu işsizlik, teknolojinin kendisinden ziyade, teknolojinin nasıl ve kimler tarafından kullanıldığıyla ilgilidir. Kapitalist sistemde, teknoloji, üretim maliyetlerini düşürmek ve kârları artırmak amacıyla kullanılır. Bu da işçilerin yerinden edilmesi ve işsizliğin artması anlamına gelir.

Ancak, dönüşen sistemler kendi ihtiyaçlarını da yaratacaktır. Bilgisayarların icadı, mühendislik ve teknik çizim gibi meslekleri tamamen dönüştürdü. Örneğin, bilgisayarlı çizim tekniklerinin (CAD) ortaya çıkması, geleneksel teknik ressamlık mesleğini büyük ölçüde değiştirdi ve yeni yeteneklere duyulan ihtiyacı artırdı. Aynı şekilde, çevrimiçi eğitim platformlarının yaygınlaşması, geleneksel öğretim yöntemlerini yeniden şekillendirerek, dijital eğitmenler ve içerik üreticileri gibi yeni mesleklerin doğmasına yol açtı. Gelecekte yapay zekâ ve robotik teknolojiler, mevcut meslekleri dönüştürerek ve yeni meslekler yaratarak endüstriyi şekillendirmeye devam edecektir. Ancak, bu dönüşümün sömürünün ortadan kalkması değil, devam etmesi üzerinedir. Kapitalist sistemde, teknolojinin sağladığı verimlilik artışları ve yeni meslekler, işçilerin daha iyi koşullarda çalışmasını sağlamak yerine, sermaye sahiplerinin kârlarını maksimize etmek için kullanılmaktadır.

***

YAPAY ZEKÂ NEREYE DOĞRU?

"Attention is All You Need" (Bütün İhtiyacın Olan Dikkat) makalesi 2017 yılında Google tarafından yayımlandıktan sonra, yapay zekâ gelişiminde tabiri caizse bir eşik geride bırakıldı. O zamana kadar yapay zekâ çoğunlukla sınıflandırma veya regresyon problemleri üzerinde ilerlerken, dikkat mekanizmasının işlevselliği üretici yapay zekâ modellerinde çığır açtı. Hem dil modellerinde hem de görsel modellerde hayal edilemeyen noktalara çok hızlı gelindi.

Bu makale, Transformer mimarisinin tanıtımıyla yapay zekâ alanında devrim yarattı. Transformer’lar, dil modellerinde olağanüstü performans göstermeye başladı ve bu, GPT (Generative Pre-trained Transformer) gibi büyük dil modellerinin doğuşuna zemin hazırladı. Bu modeller, doğal dil işleme alanında insan benzeri metinler üretebilme yeteneklerine sahipler. Örneğin bugün ChatGpt olarak bildiğimiz ürünün arkasında yer alan teknoloji, GPT-3 ve GPT-4 gibi modeller, makale yazma, kod üretme, müşteri hizmetleri desteği sağlama ve hatta yaratıcı yazılar yazma gibi çok çeşitli görevlerde kullanılabiliyor.

Yapay zekânın geleceği, araştırma ve uygulama alanlarında yeni fırsatlar ve meydan okumalar sunuyor. Ancak bu gelişim, akademik dünyadan özel sektöre doğru bir kayma ile karşı karşıya. Yapay zekâ araştırmalarında üniversitelerden büyük teknoloji şirketlerine doğru belirgin bir geçiş yaşanıyor. Önde gelen araştırmacılar ve mühendisler Google, Apple, Amazon ve Facebook gibi dev firmaların bünyesine katılıyor. Bu şirketler, yüksek maaşlar ve geniş kaynaklar sunarak, yapay zekâ yeteneklerini kendi bünyelerine çekiyor.

Bu durum, akademik dünyanın kaynaklarının azalmasına ve inovasyonun büyük ölçüde özel sektörün kontrolüne geçmesine neden oluyor. Üniversiteler, sınırlı bütçelerle temel araştırmalara odaklanırken, özel sektör daha kısa vadeli, ticari uygulamaları hedefleyen ve kâr odaklı projelere yatırım yapıyor. Bu da, yapay zekâ araştırmalarının yönünü ve önceliklerini değiştiriyor.

Özel sektörün artan etkisi, yapay zekânın gelişim hızını artırırken, bu teknolojilerin nasıl ve kimin yararına kullanılacağı konusunda da bir cevap niteliği taşıyor. Teknolojik gelişmeler, toplumsal fayda sağlamak yerine, büyük ölçüde şirket karlarını artırma amacıyla yönlendiriliyor. Bu da toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesi ve dijital uçurumun büyümesini beraberinde getiriyor.