Uzun bir öykünün iç derinliğinde

Hülya SOYŞEKERCİ
Onur Akyıl, çok yönlü, yaratıcı bir yazar. Erken yaşlarda başladığı edebiyat ve tiyatro çalışmalarına yoğun emek veren Onur Akyıl, şiirleri, öyküleri, denemeleri, oyun incelemeleriyle tanınıyor. Şiir ve öykü kitaplarıyla ödüller alan Akyıl, bu kez, ‘Urgan ve Boyun’ adlı uzun öyküsüyle okurlarına sesleniyor.
Onur Akyıl, edebiyat ve dramatik yazarlıktan gelen bilgi, bilinç ve deneyimlerini yeni kurmacasına yansıtmış. Kendine özgü bir biçemle farklı ve özgün bir öykü dünyası yaratmış. Anlatıcıların arada bir değiştiği, farklı bakış açılarının metne zenginlik kazandırdığı ‘Urgan ve Boyun’da, metnin içinde ağırlığı olan 3. tekil anlatıcı, anlattığı olaylara yorumlar katıyor, onları kendi perspektifinden değerlendiriyor. Bazen deneme tarzı cümlelerle karşılaşmamız, anlatılan ve yorumlananlar üzerinde derinlemesine düşünmemiz, anlatıcının ifade tarzından kaynaklanıyor.
Anlatının odağında Maide adlı yaşlı ve demanslı bir kadın yer alıyor. Onun yakınında olan, her işine koşup ona yardımcı olmaya çalışan Müberra adlı bir kadın ve kocası da öykü kişilerinden. Müberra, anne olamamıştır; annelik duygularını bazen kocasına çoğu zaman da Maide’ye yönelten şefkatli bir karakterdir.
‘Urgan ve Boyun’un arka planında, hâlâ devam eden, ayak sesleri bir hayalet gibi bugünlere taşınan 12 Eylül kâbusu var. Bu kâbus, yaşadığımız zamanda distopik ve gizemli boyutlar kazanarak, iki oğlu olan Maide’yi derinden etkiliyor. Öyküde, gençlerin bugün de sebepsiz olarak cinayetlere, kötülüklere kurban edildiği, katillerin iz bırakmadan ortadan kaybolduğu dillendiriliyor.
Olayları, zaman zaman Maide’nin puslu bilincinden izliyor; onun unutma/ anımsama süreçlerine yakından tanık oluyoruz. Maide’nin açılıp kapanan gerçeklik algısında ve karmaşık bilincinde, paramparça hakikatlerin yer aldığını görüyor, zihnimizi onun iç gerçekliğini anlamaya uyarlarken, yazarın yarattığı yarı distopik metin içi gerçekliğe de ayrıca uyum sağlıyor ve sayfaları ilgiyle çeviriyoruz. Hayallerle hakikatin sıklıkla yer değiştirdiği, düşlerin acı gerçeklerle sarmaştığı, üst kurmacanın da yer aldığı bu uzun öyküde, asıl katil ya da katillerin, kendi içimizde, iç dünyamızda yaşadığı sonucuna ulaşıyoruz.
İnsanın, yaşamın, ölümün sorgulandığı cümlelerde varoluşçu felsefenin derin izleriyle karşılaşmak aklımızı ve yüreğimizi bilinmezliğin ürpertilerine açıyor: “İnsan ölüm denen, o hep gelen, o hep içinde taşıdığı şeyi yenerse, yenebilirse ancak böyle yenebilir. Kendinin kim olduğunu bulan, bilen, kendinden korkmayan, kendini bulduğunda kendine teslim olmaktan çekinmeyen insan yalnızca, yenebilir ölümü. Çünkü ölüm ne kadar hakikatse, bu benim diyebilmek o kadar hakikattir ve bu hakikat ölüm hakikatinden kuşkusuz güçlüdür.”
‘Urgan’ ve ‘boyun’ imgeleriyle, 12 Eylül idamları anımsatılırken, aynı zamanda, acı hatıraların urgan gibi insanın boynuna dolanıp onu soluksuz bıraktığı da vurgulanıyor. Maide’nin, radyodaki seslerle sıklıkla konuşması, o seslerin dış hayata dair yorumlarda bulunmaları ve Maide’yle konuşmaları, metnin sanrısal boyutunu oluşturuyor ve Maide’nin algısal karmaşasını ifade ediyor.
Yazar, anlatısını kurgularken, metnini bilinçli bir biçimde dağınıklaştırıyor, sanki karakteri Maide’nin dağınık zihnine, kendi metnini de uyarlıyor.
Leylâ Erbil’in ‘Üç Başlı Ejderha’sındaki yaşlı kadını andırır Maide; oğlunu 12 Eylül sürecinde kaybetmiştir, o da bulanık zihninden gelip geçen acı dolu anılarla hayatını sürüklemeye; geçmişle şimdiki zaman arasında köprü kurmaya çalışmaktadır. Yazarın, bu kitabını, “gerçeğine müdahale edilmiş tüm güzel annelere” adaması, geçmişte ve günümüzde bu durumda olan, acı çeken, zihin karmaşası yaşayan pek çok anneyi akla getirmekte; kitabın, o annelere, toplumsal anlamda bir selam duruşu olduğunu da düşündürmektedir.
‘Urgan ve Boyun’, usta işi akıcı anlatımıyla, merak/kuşku/gizem boyutuyla dikkat çekiyor ve son sayfaya kadar ilgiyle okunuyor. Onur Akyıl, yeni yapıtlarını merakla beklediğim başarılı kurmaca yazarları arasında yer alıyor.


