Varoluşsal sancı nerenizi tuttu?
"Ben bu dünyada ne yapıyorum?" Ya da daha önemlisi: "Ben ne yapmak istiyorum?" “Ben ne için varım?” kaçımız sorabiliyoruz bu soruları kendimize… Bu büyük sorular rahatsız edici belki. Çünkü okulda alıştığımız gibi çoktan seçmeli değil, hayat bize test değil yazılı sınav yapıyor.

Yasemin Manavbaşı - Kurumsal Eğitmen, Yazar, Dr.
PAZAR BUNALIMI
Bu duygu bana çok tanıdık. Daha internet her ânımızı işgal etmeden, her boşluğa içeriğini akıtmadan önce o “unplugged” yıllarda, lisedeyken, üniversitedeyken... Pazar günlerinden hiç hazzetmezdim.
Hafta içi etraftaki şeyler beni sağa sola itip çekerken hayat hızla akıp gidiyordu ama pazar günleri öyle değildi.
Kimse aramıyor, sormuyordu. Dersler, kurslar da yoksa, arkadaş buluşması gibi dikkat dağıtıcılar da ortadan kalkınca kendi başıma kalıyordum.
Ve işte o anda bir bunaltı çöküyordu içime; neşesiz, amaçsız kocaman bir boşluğun içindeymişim gibi. Ben ne yapıyordum? Yaptıklarımın anlamı neydi? Esas soruyu sorarsak; Ben neden vardım? Tatminkâr bir cevabım olmadığından pazar günleri feci şekilde içim bunalırdı.
Şimdi bakıyorum da, sıkılmak ya da böylesine derin bir boşluk yaşamak bir ayrıcalık artık.
O kadar uzun süredir hayatta kalma modunda yaşıyoruz ki yeme içme barınma sorunlarını çözmek neredeyse tüm vaktimizi ve enerjimizi alıyor. Kira, faturalar, çocukların okulu… 2025 yılında birçoğumuz boşluk moşluk görecek halde değiliz, günü kurtarmak tüm zihinsel kaynaklarımızı tüketiyor. Pazar bunalımı bile bir lüks artık.
VAROLUŞSAL BOŞLUK
Ama bu boşluk önemli. Adını koyunca anlam kazanıyor: Viktor Frankl’ın tanımıyla Varoluşsal Boşluk, kişinin hayattan tam olarak ne istediğini bilmediği bir anlamsızlık hali. Amaçsızlığın ve hayata dair anlamsızlığın açtığı bir boşluk.
Frankl’a göre hayatında bir anlam inşa edemeyince insan amaçsızlaşıyor, savrulmaya başlıyor.
İçindeki boşluğu bir amaçla, anlamla dolduramayınca insanlar ilk gördükleri mutluluk kaynaklarına yöneliyorlar. Çünkü kural bu, hiçbir boşluk boş kalmaz, dolar. Anlamla dolmazsa güç arayışıyla, mevki, para, haz arayışıyla dolacak...
Oysa haz, hayatta anlamlı bir şey yaptığımızda zaten sonuç olarak ortaya çıkar, gerçekten mutlu oluruz, iyi hissederiz. Hazzın peşinde koşarak sadece yoruluruz. Gücün kendisi değil anlamlı bir iş yaptığımız zaman bize ve çevreye olan olumlu etki, eylemlerimizin yan ürünüdür aslında bizi mutlu eden.
Eğer bu sıralamayı karıştırırsak, varoluşsal sancı tuttuğunda geçici mutluluklara yöneliriz. O anlık sancıyı savuşturarak yaptığımızdan ne kadar haz alırsak alalım, içimizdeki boşluk dolmaz, sancımız durmaz. Seks, alışveriş, alkol, işkoliklik, sosyal medya, kendini ilişkilerde kaybetmek… Hiçbiri kalıcı çözüm olmaz.
BİZE AYRILAN SÜRENİN SONU
Vee evet geçen yazıda sizi bıraktığım yere geliyorum artık. “Deprem korkusuyla bize ayrılan sürenin sonuna mı geldik?” diye sormuştum. Yer yüzü 6.2 ile zangırdamaya başlayınca, insan ölümle yüz yüze saniyeler geçirirken akıldan neler neler geçiyor. En önemlisi de “şu an ölsem içim rahat gider miyim?” sorusuydu.
“O an geldiğinde hayata dair pişmanlık duymadan, insan ölmekle ilgili nasıl barışık olabilir? Bunun gerçekten bir yolu var mı?” diye sormuştum.
Cevap veriyorum: “Var; Anlamlı ve amaç dolu yaşamak. Hayatta bir anlam yaratmak.”
Anlamlı hayat illaki süperman olup dünyaları kurtarmak gibi kahramanlık gerektiren bir şey olmak zorunda değil. Kiminin hayata değer katacak fırsatları büyük olabilir, okul yaptırır çocukları okutur, bir resim yapar insanlar yüzlerce yıl konuşur, iyi bir kalp cerrahıdır insanları yaşatır. Ne âlâ.
Ama güzel olan şu ki anlamlı bir yaşam sürmek için bu yetenekler, imkânlar kesinlikle şart değil. Hayatlarımız ne kadar küçük ve önemsiz görünürse görünsün herkes için anlam inşaası mümkündür.
Hatta o kadar da basittir ki anlamlı yaşamak, insanın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur kendinden başka.
Peki, nasıl mı? O başta bahsettiğim boşluk var ya, varoluşsal boşluk, Pazar bunaltısı, iç sıkıntısı. O sancı başladığında dikkat dağıtıcılara kaçmak yani ağrı kesici almak yerine oturup sancıya kulak vermek, size hangi soruları soruyor kulak kabartmak bir başlangıç olur. Çünkü bir nevi doğum sancısıdır yaşadığınız ve onunla birlikte yüzeye çıkan sorular yolunuzu aydınlatır.
"Ben bu dünyada ne yapıyorum?"
Ya da daha önemlisi:
"Ben ne yapmak istiyorum?"
“Ben ne için varım?” kaçımız sorabiliyoruz bu soruları kendimize…
Bu büyük sorular rahatsız edici belki. Çünkü okulda alıştığımız gibi çoktan seçmeli değil, hayat bize test değil yazılı sınav yapıyor. Tek bir doğru cevap yok, elindeki telefonu bırak, sessizce otur iki sayfa A4 yaz diyor. Mümkün mü?
Cevapları arayanlar aynı zamanda pişman olmadan yaşayıp ölmek isteyenler olacak.
Peki nasıl vereceğiz cevabı? Hayatta anlam nasıl yaratılır, bir sonraki yazımda onlara değineceğim.
İyi pazarlar görüşmek üzere.