Google Play Store
App Store

Hepimizin edebiyatla -hiç bilmeden- bir parça ilişkisi vardır. Sinema edebiyatın perdeye taşınmış halidir. Akşam uykudan evvel, annenizden, babanızdan, ninenizden dinlediğiniz masallar edebiyattır. Bir el feneriyle, yorganın altında, gizlice, hangimiz bir kitap okumamıştır? Tertemiz kundakta, sizi doğuran annenizin kulaklarınıza okuduğu ilk ninniler, melodili sesler, -hiç farkında olmaksızın- edebiyattır. Sınıfta okumayı söktüğünüzde, başladığınız renkli hikâye kitabı edebiyattır. Edebiyat sizi hiç bilmediğiniz dünyalara taşır; hayal gücü kazandırır. Edebiyat güzeldir.

Radyo döneminde, 1970’lerde, 1980’lerde dinlediğimiz haftalık tiyatrolar birer edebiyat şaheseridir. İngiliz, Amerikan sahnelerinden TRT radyo ile küçücük evlerimizin içine kadar gelen, Türkçeye mükemmel şekilde uyarlanmış ormancı ile kızının, kötü kalpli amca Sam ile küçük kız yeğenlerinin hikâyeleri, 1940’ların savaş hikâyelerini anlatan oyunlar ya da 1970’lerin bizim Türk sinema filmleri böyledir. Bir pikap üstünde, toz toprak içinde yollarda, bir adamın elinde megafonu ile dağa-taşa anons ettiği Türk filmleri, Yılmaz Güney’in Arkadaş’ı, Sürü’sü -o güne kadar pek görülmemiş- iyi edebiyattır. Edebiyat, dünyaları birleştirir.

∗∗∗

Ben edebiyatı -herkes gibi farkında olmadan- piremin ve khalik’imın (nine-dede) anlattığı -hiçbiri masal olmayan- öykülerinden öğrendim. Alık ile Fatık, Sa Heyder ile Duzgı, Muzır ile ağası hiç unutmadıklarımdır (Bu hikâyeleri, bir defasında da -etrafında çıt çıkarmayan insanlarla çevrili kalabalık bir toplantıda-, aksakallı, yaşlı iki pirden, Düzgün Baba dağında da dinledim, cem diyorlardı). Sevgi, intikam, kıskançlık, merhamet, iyilik, sürgün, yalnızlık, yolculuk, ölüm, yaşam temalarıydı bunlar. Adına mesel denen bu hikâyâtlarda, şu kutsal dağların içinde ve yorgun toprağın üstündeki en güzel, en gerçek, en değerli şeyin, insanlara yardım etmek olduğu öğütleniyordu. Çocuktuk -bunca felakete rağmen- biçare zavallı insanların nasıl hâlâ sağ ve iyi kalabildiklerine şaşırır ve sevinirdik. O hikâyeler -çocuk ruhumuza- çok iyi gelirdi.

Edebiyat her şeyden evvel hayal gücü demektir. Sihirbazların şapkalarından çıkaramadığı şeydir. İnsanı gerçek hayattan koparacak, sahte şeyler düşündürecek, rüyada görülemeyecek ilhamlar verecek kadar sahici bir iştir. Bizim dağlardaki o eski fabllarda, insan-hayvan hikâyelerinde, aslanı yenen küçük kedinin cüretidir. Edebiyat çünkü güç verir.

Deniz Gezmiş’in o müthiş söyleşisi yayınlandığında, Deniz ve arkadaşları -yanılmıyorsam- çoktan idam edilmişlerdi. Bu büyük ve yenik ülkenin en iyi kitaplarını, romanlarını ve edebiyatçılarını bize -eserleriyle- tanıtan, dünya klasiklerini -oğul Can ile ve hâlâ- ulaştıran merhum Erdal Öz’e Deniz, "Reis, biz buraya edebiyattan geldik" demişti. THKO’lular, zora dayalı devrim fikrine -1968’in kanlı yılları ve Filistin’de ellerine aldıkları silahlardan evveli- edebiyatla varmışlardı. Edebiyat bazen, tehlikelidir.

∗∗∗

Uzun bir süre gazetede yazan, çizen -gazeteciyken de- "edebiyat kıvılcımları" saçan, genç kuşağın iyi edebiyatçısı Seray Şahiner, şimdi yeni kitabıyla, "Vatan Millet Samatya" ile karşımızda. O uzun zamandır sadece edebiyat "yapıyor". Bize düşen yeni kitabını okumak, yazara kulak vermektir. Tüm çocukluğu -Samatya’da değil, bir küçük köyde geçen- ama benzer travmalar gören tüm ben ve diğer insanlar gibi, Seray "bizim hikâyemizi" anlatıyor. Seray’ın yeni eseri, 1970’leri, geçmişi, çocukluğu, aile içi ayrımcılıkları, toplumun fizyonomisini, çocuk zihninin çevreyi ve toplumu algılamasının ve dile getirmesinin hikâyesi ve herkesin öyküsüdür.

Seray’ın sözcüklerden kurduğu dünya -epeydir- hepimize iyi geliyor. Edebiyat çünkü iyileştirir.