Cumhuriyetimizin 100. yılına nasıl bir marş yakışırdı? Bu soruya herkesin kendi beğenisine, düşüncesine, alışkanlıklarına, tercihlerine göre pek çok yanıt verilebilir. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımız Tunç Soyer Cumhuriyetimizin 100. yılını geride bırakırken ilk yüzyılın kuruluş mücadelesinden, kazanımlarına uzanan ortak geçmişimizin, tarihsel akış içerisinde türlü iniş çıkışla sınanan, direnen, dirilen, ayakta kalan öyküsünü bir marşla simgelemek ve toplumla buluşturmak düşüncesiyle bir adım attı. Cumhuriyet aydınlanması sömürüden, savaştan, yıkımdan kurtuluşla başlayan ve kısa sürede yoksulluktan, bağımlılıktan kurtuluşu sağlayan büyük bir kalkınmanın öyküsüdür. Hızla ve hep iyiye yönelen kalıcı bir düzen sağlanabilmesinin ardında kültürel birikimi önemseyen, sanatla besleyen kuvvetli bir kavrayış vardır. Cumhuriyetimizin ülkemize, topluma, bizlere kazandırdıklarını coşkuyla bir kez daha hatırlamak, benimsemek; şiirle müziğin kavuştuğu bir marşla duygularımızı bir ağızdan söylemek, paylaşmak ne güzel bir düşünce. Böyle bir marş için müziğiyle tüm dünyaya ülkemizi tanıtmış, büyük beğeni kazanmış ve sayısız başarılarıyla anılan çağdaş, örnek bir bestecimiz olarak Fazıl Say düşünülmüş. Marş Fazıl Say ve Tunç Soyer’in topluma armağanı. 

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda İzmir Adnan Saygun sanat Merkezi’nde dünya premiere’i yaptı 100. yıl marşı. Şef Can Okan ve Koro Şefleri İlhan Akyunak ile Fatih Köseoğlu’nun yönetiminde Ahmed Adnan Saygun Senfoni Orkestrası ve Korosu’yla Işılay Saygın Güzel Sanatlar Lisesi Korosu’nun birlikte seslendirdiği marş için sahnede seçkin ve kalabalık bir müzisyen grubu vardı. Çok etkilendiğimi en başta söylemeliyim. Salondaki bizleri ve dışarıda kalabalıkları coşkuyla buluşturan ilk buluşmayı yaşadığım için mutluyum. Fazıl Say sahnede seçilen şiirden, şairine, enstrümanlarına kadar düşünsel ve simgesel tercihleriyle ilhamını buluş öyküsünü anlattığında çalışmanın ardında tahmin edebileceğimizden de geniş kapsamlı büyük bir emek ve yolculuk olduğunu gördük. 

“100. Yıl Marşı’nın şairi bence kadın olmalıydı” diyor Fazıl Say. Yaşadığımız çağda hâlâ kadın erkek eşitliğini korumak zorunda oluşumuz düşündürücü. Sanatçının Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün kadınlara verdiği değerle, yaşamın her aşamasında ön açan atılımların bugün en fazla hedef alınan ve yıpratılan alan oluşu üzücü olmaktan çok endişe verici. Kazanımların korunması için sanatçının bu tercihi ve verdiği mesaj çok önemli. Ayten Mutlu’nun şiirini bulana kadar uzun bir arayış süreci olmuş. Sadece Cumhuriyeti ve ilk yüzyılı anlatabilecek sözlerden çok geleceğe bakan bir şiir aramış Fazıl Say. Marş olsun diye yazılabilecek kafiyeli sözler yerine bir şiir tercih etmek başlı başına çok şey söylüyor bize. Bundan sonraki yüzyıllara kucak açan Cumhuriyetin kalıcı ve daim olmasını vurgulayan 'nice nice yüzyıllara' çağrısı içeren dizeleri bu şiiri seçmesinde etken olmuş. ‘Göğün mavi şimşeği Ata’mın gözlerinde’ dizesinin çağdaş bir ülkede kadın/erkek eşit temsil edilişimizi, bugünümüzü ve her şeyimizi borçlu olduğumuz Atatürk’ün kalplerdeki yerini işaret edeceğini düşünmüş. Uzun zamandır ayrıştırılan, kutuplaştırılan yorgun topluma ‘ver elini’ çağrısıyla kulağa ve ruha hitap eden hoş bir besteden fazlasını bu şiirde bulmuş Fazıl Say. “Hem dünyaya hem de kendi toplumumuz içindeki tüm ötekileştirilenlere ver elini demek zorundayız” diyor. Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözleriyle simgeleşen ve Cumhuriyetin kuruluş öyküsünün başarısında belki de en önemli yeri tutan barış bugün en büyük ihtiyaç ve özlem. İkinci yüzyıla barış içinde ve çağdaş adımlarla ilerlemek için ihtiyaç duyduğumuz birlik, beraberlik duygusunu ideolojik bir söylem ve dilek olmaktan çıkarıp hisseden insanlardık marşı bir ağızdan söylerken.

100.yıl marşı kamuoyuyla paylaşıldığından bu yana bu birlikte olma halinden rahatsız olanlar yorumlarında gecikmedi. Bu duygunun daha iyi bir geleceği sağlayabilmek için ne kadar önemli olduğunu gözümüze sokan talihsiz açıklamalar, hedef almalarla bir anda bambaşka bir gündem yaratıldı. Cumhuriyeti hedef alanların hedefinde masum bir müzik eserinden fazlası var. O da müziğin yani sanatın kavuşturucu gücü. O zaman marştan millet ittifakına ve oy tercihlerine uzanan yaftalamalarla gündem arayanlara gün doğdu. Neden marşın sözlerinde bayrak, vatan gibi kelimeler yok! Çünkü vatan tüm vatandaşların bir arada birbirini anlayarak, saygı duyarak yaşadığı iyi günde kötü günde birlik olduğu, ortak geçmişini ortak bir geleceğe taşırken birlikte ürettiği yerdir. Aynı coğrafyada aynı topraklar üzerinde tesadüfen bir araya gelmiş insanların yaşadığı yer değil benimsediği, parçası olduğunu hissettiği yuvasıdır. Bayrak bir kumaş parçası değil insanların kendini ait hissettiği parçası olarak değer kattığı vatanın simgesidir. Vatan bir bilinçtir, duygudaşlıktır.  

Marşı beğenip beğenmemek ayrı konu. Melodiye, sözlere kişisel yakınlıkla hissettiklerine ya da elbette konuya vakıf kişilerin müzikal değerlendirmelerine, eleştirilerine sonuna kadar açık bir eser. Ancak eleştiri belli bir kesime, belli bir düşünceye, sanatçının kendisine hatta Cumhuriyetin kendisine nefret ve hakarete dönüşebiliyorsa bu marşa ve sanatçımızın anlatmak istediği, işaret ettiği durum ve duygulara gereksinimin ne kadar sahici ve haklı olduğu tüm çarpıcılığıyla bambaşka bir konu sunar bize. Bakanın biri hangi sâikle, hangi birikimle “olmamış” deme yetkisini kendinde bulur? Kimin ve neden üzerine vazifedir bu eserin olup olmadığı? 17 gün sonra yapılacak seçimin korkusuyla yaratılan saldırgan gündem sanki bu marşın kavuşturacağı kitleleri daha da büyütecek. Farkındalar. Farkındayız. Öyleyse “Ver elini”, “Dönsün dünya”…