Google Play Store
App Store
Vermediler, aldık yine alacağız
Fotoğraf: Depo Photos

Sarya TOPRAK

Cumhuriyet’in 101. yılına girdik fakat Cumhuriyet’ten geriye ne kaldı? Özellikle son 22 yılda kadın ve çocuklara şiddetten, ölümden, yoksulluktan başka bir şey sunmayan bu memlekette Cumhuriyet’i yeniden inşa etmekten başka çaremiz yok.

Cumhuriyet neydi, biz kadınlar için ne anlama gelirdi diye tartışılırken gündeme gelen bir diğer şey de “kadınlara bu hakları kim verdi?” oluyor. Fakat bu yüzyıllara yayılan tarih bize gösteriyor ki “vermediler, biz aldık.” Osmanlı döneminde kadınlar devletin ve erkeklerin “namusu” olarak tanımlanıyordu ve insan dahi sayılmıyordu denebilir. Özellikle İstanbul’da kılık kıyafet konusu kadınlar için çok katıydı. O dönemdeki fermanlardan görüyoruz ki kadınlar sürekli uyarılmış. “Siz bu devletin ‘namususunuz’. İslami kurallara göre giyinmek zorundasınız.” Tarihçilerin aktardığına göre o kadar çok ferman vermek zorunda kalmışlar ki… Çünkü kadınlar itaat etmemiş. Bu itaat etmeyen kadınlar sadece zengin ya da kadınlar da değil. 19’uncu yüzyılın ortasına kadar fetvaları dinlemeyerek bir direnç gösteren kadınlar yüzyılın sonuna doğru çeşitli yayınlar da çıkarmaya başladılar. 1869 yılında çıkmaya başlayan Terakki-i Muhadderat Osmanlı’da kadınların yayınladığı ilk dergilerden biri. Terakki gazetesinin bir eki olarak yayınlanan dergi, o dönemde kadın haklarını ve kadınların toplumsal rollerini tartışmaya açtı.

1895’te yayın hayatına başlayan Hanımlara Mahsus Gazete ise kadınların toplumsal hayat içindeki rolünü, haklarını ve eğitimini gündeme getirdi. Osmanlı dönemindeki en etkili kadın dergilerinden biri oldu. Fatma Aliye, Emine Semiye gibi dönemin önemli kadın yazarları bu gazetede yazılar yazdı. Yani Cumhuriyet’in kurulduğu güne dek kadınlar var olma mücadelesini zaten sürdürüyordu. Osmanlı’nın son döneminde savaşlar ve yoksulluk sebebiyle kadınlar iş hayatına da dahil olmuştu. Özellikle sağlık alanında, ipekçilik alanında kadınları görmek mümkündü. Cumhuriyet kurulduktan sonra ise kadınların ana gündem maddelerinden biri seçme ve seçilme hakkıydı. Bunun için toplumda öncü olan gazeteci İffet Halim gibi kadınlar mücadele vermelerinin yanı sıra Mustafa Kemal ile de görüşmeler gerçekleştirdi. Günümüzde 8 Mart’larda kadınlara kapalı olan Taksim Meydanı’nda topluma kadın haklarına dair coşkuyla konuşmalar yaptılar. Bu mücadele ile 1930 yılında kadınlar belediye seçimlerinde, 1934’te ise milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını kazandı. Üstelik birçok Avrupa ülkesinden önce… Bu bir dönüm noktası oldu ve kadınların mücadelesi de değişti, dönüştü. Talepleri çeşitlendi. O dönem kadınlar sadece “vatandaş” olma mücadelesi verirken ilerleyen dönemlerde şiddeti tanımlayıp ona karşı mücadele etmeye başladılar. Yani feminizm denilen şey ‘egemenlerin’ anlattığı gibi bu topraklara ithal edilmedi.

DAYAĞA KARŞI YÜRÜYÜŞ

Kadınlar yüzyıllardır farklı biçimlerde mücadele etti, ediyor. Buna bir zamanlar ‘feminist mücadele’ denmese de bunun kabullenilmesinde de 1987 yılında yapılan “Dayağa karşı dayanışma” yürüyüşü dönüm noktası oldu. Yürüyüşün nedeni Çankırı’da Mustafa Durmuş adlı bir hâkimin, dayak nedeniyle boşanmak isteyen bir kadının davasını, “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemeli” diyerek reddetmesiydi. Kadınlar erkek şiddetinin toplumda nasıl meşru görüldüğünü örnekleyen bu karara karşı önce protesto telgrafları çektiler, adliyelere toplu gidip dava dilekçeleri verdiler. Bu karara ve dayağı meşru sayan sisteme karşı mücadele genişledi ve bir miting yapma fikri olgunlaştı. 17 Mayıs’ta gerçekleşen mitinge katılan yaklaşık 2500 kadın, “Dayağın çıktığı cenneti istemiyoruz”, “Haklı dayak yoktur”, “Dayak aileden çıkmadır” dediler ve kadınları, dayağa karşı dayanışmaya çağırdılar. Yükselen kadın mücadelesi 2002 yılında da Medeni Kanun’un yenilenmesini sağladı. Aile reisliği kaldırıldı, evlilikteki tüm hak ve görevlerin yanı sıra edinilen malların da eşit paylaşılması öngörüldü. Bugün AKP’nin hedef aldığı Medeni Kanun bizim tırnaklarımızla kazıyarak kazandığımız bir kanun…

KADINLARIN CUMHURİYETİ

Şimdi hedef alınan haklarımız, hayatlarımız için sadece adı kalan cumhuriyet yerine kadınların cumhuriyetini kurmak zorundayız. Cumhuriyet demek bugün taşımalı eğitime mahkûm edilerek eğitimden uzaklaştırılan kız çocukları için mücadele etmek demektir. Cumhuriyet demek kendi soyadımızı kullanmayalım diye yargı paketleri çıkaran iktidara boyun eğmemek demektir. Cumhuriyet demek bizi eve hapsetmeye çalışan siyasal İslamcılara “sokak da bizim meydan da” demektir. Cumhuriyet demek hane içinde, sokakta öldürülen kız kardeşlerimizi yaşatmak demektir.

Bu memleketin yeni bir kurtarıcıya ihtiyacı yok. Kendimizden başka kurtarıcı beklemiyoruz. Kadın mücadelesinin mottosu “vermeyecekler, alacağız”dır. Bu köhnemiş iktidara karşı haklarımızı savunmaktan bir adım öteye geçerek bizden sakınanları almak için mücadele edelim. Eşitliğin, özgürlüğün hâkim olduğu gün bu cumhuriyet ‘kadınların cumhuriyeti’ olacak.