Dünya tarihinin en büyük felaketlerinden birine tanık olduk. Yıkımın görebildiğimiz boyutları, yakınlarımızdan aldığımız haberler ürpertici. Korkulu bekleyiş sürüyor. Sebepleri bilinen yer hareketlerinin sonuçlarına hala hazırlıksızız. Bilgiden uzaklaşıp güce yakınlaşmanın, bilim insanına sırt çevirip makam sahibine el açmanın kahreden karşılıkları tüm bu yaşananlar. Ülkemizin her köşesinde benzer felaketlerin eli kulağında. Ölüyoruz. Hiç uğruna. Sustukça sömürülüyor, yoksullaştıkça boyun eğiyoruz. Boyun eğdikçe yaşam onuruna yakışmayan muameleye maruz kalıyoruz. Kültür ve doğa mirasını tanımayan nesiller yaratmak için ant içmişçesine eğitime balta vuruyoruz. Bilmeyenince sevmiyor, sahip çıkmıyor, bağ kurmuyoruz.

BirGün felaketin ilk saatlerinden bu yana okurlarını gerçeklerle buluşturuyor. Çaresizlik ve acı dolu gerçekler! Çok üzgünüz. Gündemin çağrıştırdıklarına çocuk kalbini, çocuk bilincini gözeterek yaklaşmaya çalışıyorum. Bugün bahsedeceğim kitaplara gözyaşlarım eşlik ediyor. Yerkürenin mizacına göre hareket edelim, zorda olanı görelim, hissedelim, çalışalım, üretelim, emeğimizi hor görenlere, sahip olduklarımızı değersizleştirenlere karşı çıkalım ve ne olursa olsun çocukların hatırına umudu elden bırakmayalım istiyorum.

***

BİR DEPREMİN ÖYKÜSÜ

Jeolog danışmanlığında hazırlanan kitapta ilk olarak Pasifik Okyanusu’nun ateş çemberi adı verilen dış çeperi anlatılıyor. 3000 yıl önceki Japonya’da yerlilerin gözlemlerini okuyoruz. Aradan geçen yüzyıllarda bölgeye bir şehir kuruluyor. Geleneksel binaların yerini çok katlı modern binaların aldığı değişimi çizimlerle takip ediyoruz. Gün ortasında gerçekleşen şiddetli depremde bir apartman dairesini, kenti, kırsalı, otoyolları, demiryollarını, limanları görüyoruz. Sarsıntı sonrası tetiklenen diğer tehlikeleri hatırlıyoruz. Depremin tüm boyutlarını çocuğun duygularını sarsmadan bilimsel bir tonla anlatan metinde yıkıma rağmen ayakta kalmayı başarmış yapılara dikkat çekiliyor. Öykünün bundan sonrası çocuklar için bir umut ve farkındalık akışına dönüşüyor. Yaşananlar unutulmasın ve hatalar tekrarlanmasın diye kurulmuş bir hafıza müzesinin içinde buluyoruz kendimizi. Deprem simülatörüne giren çocuklar oradan çıktıktan sona neler hissedecekler? Son sayfada yer hareketlerinin bilimsel açıklaması ile terimler sözlüğü yer alıyor. Yaşamlarının asli parçası olan deprem gerçeğine gözlerini kapatmak yerine hayatta kalmak için çözümler arayan, bilimsel bir şekilde uygulayan ve bu sayede başını rahatça yastığa koyan bireyler yetiştirmek dileğiyle…

1001 Çiçek Yayınları, Metinler: Nicholas Harris, Resimleyen: Peter Dennis1001 Çiçek Yayınları, Metinler: Nicholas Harris, Resimleyen: Peter Dennis

***

Yıkılan canım Antakya’yı düşündüm. Eşim Hataylı. Bu yaz çocuklarımla babalarının anıları ve rehberliği eşliğinde şehri gezmiş, arkeoloji müzesini ziyaretimizde kadim topraklardaki yaşamın izlerini sürmüştük. Kentin depremlere bağlı hafızası idarecilerce dikkate alınmış olsaydı yapı denetimi ve uygulamaları bu denli hoyrat ve fütursuz olmazdı. İnanıyorum ki bundan sonraki nesil idarecilere aynı boş alanı bırakmayacak ve yaşamlarına sonuna kadar sahip çıkacak. Anadolu’nun üretebileceği felaketleri bilerek büyüyecek, kentlerine güvenle yerleşecek, kök salacak, kandırılamayacak, hırsızlardan ve iş bilmezlerden hesap soracak.

***

KİMSESİZ

Kendileri anımsayamasalar da kimsesizlerin de bir hikâyesi olabileceğini hatırlatan duygu dolu bir çalışma. Küçük çocuk sıcak yatağında kalkıp güne başlıyor. Aynı gün bir evsizin şehirde yaşadıklarına eşlik ediyoruz. Hava buz gibi. Isınmak, korunmak, açlıkla başa çıkmak nasıl mümkün olacak? Aşevine uğrayan kimsesize adı sorulduğunda hatırlamıyor. Sonrası kasvet ve yorgunluk… derken çocuğun açık sözlü kalbi ve dikkati kimsesizi yakalıyor. Sonrasındaki boşluğu “karnında ve yüreğinde kocaman boşluklarla dolaşanların” yaşamlarına bir çörek mesafesinden bakan ve onlara birer ad vermek isteyenler dolduruyor.

Ginko Çocuk, Yazan: Sarah V., Resimleyen: Claude K. DuboisGinko Çocuk, Yazan: Sarah V., Resimleyen: Claude K. Dubois

KALDIRIM ÇİÇEKLERİ

Bir şair ile bir illüstratörün ödüllü sözcüksüz kitabı. Siyah beyaz bir kentin caddelerinde yaşam kendi ritminde akarken kırmızı paltolu kızı görüyoruz. Bir büyüğünün elini tutmuş yürüyor. Karelere bölünmüş sayfalar an an bize ayrıntıları gösteriyor; bakışlar, hareketler, çevredeki insanlar, haller, nesneler…İlerlerken bir direğin dibinde, üst geçidin lehiminde, kaldırım taşının kısa çiminde boy veren çiçeklerin izini sürüyoruz. Sokaklar bitiyor, park geçiliyor. Küçük kızın o ana kadar topladığı çiçekler vedanın, uykunun, pati dostluğun birer süsü halini alıyor. İncelikli adımları, incelikli bakışları ve davranışları göreceğimiz akışta sadece kızın evinin arka bahçesini değil, yaşadığımız, özlediğimiz, yitirdiğimiz şehirlerin arka bahçelerini düşünebilirsiniz. İnanıyorum ki yüreğimizin arka bahçelerini de sokaklarımızı, şehirlerimizi onarıp güzelleştirebileceğimiz gibi güzelleştirebiliriz. Yeter ki doğaya kulak verelim, tomurcuğuna yer açıp birlikte çiçeklenebilelim.

Kırmızı Kedi, Çocuk Anlatıcılar: Jon Arno Lawson-Sydney Smith, Editör: Özlem AkcanKırmızı Kedi, Çocuk Anlatıcılar: Jon Arno Lawson-Sydney Smith, Editör: Özlem Akcan

SIMONE WEIL UNUTKANLAR KRALLIĞI’NDA

Tepesinde büyük kafaların, ovasında koca ellerin yaşadığı Unutkanlar Krallığı’nda geçen, Simone Weil’in felsefi görüşlerine yer veren ve doğru yaşamanın yollarını arayanlara kapı aralayan bir anlatı. Krallığın kuralları ve yaptırımları ağır. “Gücüne çok güvenen” Kral Alkides’in hükümranlığında iyi askerler ile çalışkan işçiler unutkanların en özgür olanlarından çıkıyor. Bilim, üretim ve kitlesel tüketim doğrultusunda imkânların sonuna kadar kullanıldığı krallıkta uygulanan yöntem neye hizmet ediyor ve özgürlük hangi anlama geliyor? Yalnızca düşünüp uygulatanların dünyasında silgiciler adı verilen grubun görevi manidar. Durmamacasına çalışan eller “kafalar her yerde, düşünceler hiçbir yerde”, “makineler insan için, insan makine için değil” gibi isyankar afişler asarak grev kararı alıyorlar. Oluşan gergin atmosferde Prenses Emel’in kafası karışıyor ve grev denen şey ile afişler arasındaki bağlantıyı anlamak için gizlice Kafa-Şehir’den ayrılıyor. El-Şehir’e ulaşmak için geçmesi gereken Kara Orman’da karşılaştığı, başı gibi elleri de kocaman olan kadın sayesinde prensesin toplum keşfi başlıyor! Bir fabrikanın ürün bandından, neşeli grev ortamına, savaş meydanından, basın ofisine uzanıyoruz. Cesaretin büyüklüğü ölçüsünde bedellerin ödendiği ortamda bir insanın yüzünün ona derdi sorulduğunda aydınlanabildiğini görüyoruz. Prenses bir taraf tutacak mı? Güce sahip olmak ile güce kurban olmak arasındaki bıçak sırtı dans, olmakla zannetmenin dansı. İhtiyar Karl’ın da görüşlerine soru kancası takan metin çocuklarımızla gerçek özgürlük, direniş, doğruluk ve hak savunması üzerine düşünmek için bir fırsat sunuyor.

Metis Yayınları, Yazan: Anne Waeles, Resimleyen: Magali DulainMetis Yayınları, Yazan: Anne Waeles, Resimleyen: Magali Dulain

***

Düşündüğü ölçüde uygulayan insanların yapılandıracağı toplumun önemini bir kez daha görüyoruz. Yurttaş olmanın değerini sorumluluğunu bilelim. Liyakatsiz düzene dur demek için kış günü içimizde çakan kor kıvılcımı koruyalım. Prenses Emel’in kral babası ile El-Şehir arasında kurduğu denge gibi “bir sistemi dönüştürmenin kalbimizi dönüştürmekten” geçtiğini unutmayalım. Çünkü geleceği unutanlar, silenler, yıkanlar değil, dikkat edenler, emek verenler, umut edenler ve gerçekten isteyenler şekillendirebilir.

***

Toprağın ve kültürlerin hafızasını, yoksullaştırılıp sömürülen toplulukların hikayesini şarkı sözlerine taşıyan Amerikalı folk müziği sanatçısı Woody Guthrie’nin yaşamını anlatan TOZ ÇANAĞI BALADLARI adlı grafik roman yerli kabile lideri Massasoit’in şu sözleri ile açılır;

“Nedir bu mülk dediğiniz şey? Yeryüzü olamaz çünkü o tüm oğullarını, canavarlarını, kuşlarını, balıklarını ve insanlarını besleyen toprak anamıza aittir. Ormanlar, dereler, üzerindeki her şey herkese aittir ve herkesin kullanımı içindir. Bir insan tüm bunların sadece kendisine ait olduğunu nasıl söyleyebilir?”

vicdanlardaki-bosluk-1128276-1.

Kara kışta sarsıldık, yıkıldık, aç kaldık, öldük. Vicdanlarındaki boşluğu nefret rüzgarları ile dolduranlara, doymayanlara, doyurulamayanlara bu bahar ‘ne uğruna’ diye sormak görevimiz.

Bu son yıkım olsun. İyilikle kalın…