Google Play Store
App Store

Serkan Türk yeni romanı Trak’ta, savaş karşıtlığı, evrensellik, farklı kültürlerin buluşması, kanlı tarihin yargılanması temalarını öne çıkarıyor. Ülkelerin, sınırların, devletlerin, savaşların varlığını sorgularken mültecilik, yersiz yurtsuzluk konularını işliyor.

Vicdanların uyutulduğu ve insanlığın unutulduğu 'soysuz döngü'
Serkan Türk

Hülya SOYŞEKERCİ

Şiirleri, öyküleri ve kent kitaplarıyla; dergi editörlüğü, radyo programları ve kitap videolarıyla tanıdığımız Serkan Türk, birkaç yıl önce oldukça ses getiren ve çok sayıda okura ulaşan romanı Ausgang’dan sonra geçen günlerde yeni romanı Trak ile okurlarına bir kez daha “merhaba” dedi.

Trak, alışılagelen roman kalıplarının dışına çıkılarak yazılmış bir yapıt. Birçok anlam katmanından, birbiri içinde ilerleyen pek çok insan hikâyesinden ve sıra dışı roman kişilerinden oluşan Trak, kurmaca edebiyatta yenilik, yaratıcılık ve farklılığa önem veren okurların dünyasına seslenen sıra dışı bir yapıt. “Trak”, bir boşluğu, unutmayı, falso vermeyi işaret eden ve TDK sözlüğünde “oyuncunun sahneye çıkacağı sırada ya da oyun sırasında, korkuya kapılması, rolünü unutması” şeklinde tanımlanan bir sözcük. Romanın adı, adsız anlatıcının dünyaya geldiği ilk günden itibaren içine düştüğü talihsizliği ve rol karmaşasını simgeliyor; onun ruh dünyasıyla örtüşüyor.

Yıllar öncesindeki doğum anında, anlatıcının annesi, önce ölü bir bebek dünyaya getirir. Birkaç dakika sonra da ölü bebeğin ikizi olan anlatıcı dünyaya gelir. Anne ve baba, ölü doğan bebeğin acısını içlerinde taşırlarken ne yazık ki bunun faturasını canlı bebeklerine çıkarır, ikiz kardeşinin ölümüne o neden olmuş gibi tavır alırlar. Hassas ruhlu anne büyük bir bunalıma girmiştir aslında. Baba da ona ayak uydurur. Sevgisiz koşullarda, itilmiş, reddedilmiş olarak büyümeye başlayan, bakımı nine halaya bırakılan çocuk, başka bir şehre gidip oraya yerleşen anne babası tarafından adeta terk edilir, çok az aranıp sorulur. Sevgiyi, şefkati sadece nine halasından görür anlatıcı. Nine halanın anlattığı masallarla, hikâyelerle büyüyen anlatıcı, ilkokul çağından sonra yatılı okula verilerek yine aileden uzakta tutulur. O sıralarda başka kardeşleri de olmuştur; ama o, daima, ailenin uğursuzu olarak görülür. Çocuk, kendine o denli yabancı kalmıştır ki nine halaya bir gün “Beni sen mi uydurdun?” diye sorar. Sanki varlığı, nine halanın uydurduğu bir hikâyeden ibarettir. Aradan yıllar geçer ve anlatıcı şöyle konuşur: “Artık yetişkin olmama rağmen bazen yaşamımı bir yazarın kurgusuymuş gibi düşünüyorum. Neşeli anların daha az anlatıldığı bir roman.”

Yatılı okulun kütüphanesindeki yüzlerce kitabın dünyasına sığınır anlatıcı. Böylece kendi daracık dünyasına bir anlam kazandırır. Okuduklarını tartışabileceği ve paylaşabileceği bir de arkadaşı olur; onun adının Uğur olması ironiktir. İki arkadaş, kitapların ve dostluğun içinde yaşarlar. Bütün bu olaylar, anlatıcının, romanın şimdiki zamanından çağrışımlar ve anımsamalarla sık sık geriye dönmesiyle dile getirilir. Trak’ta parçalı kurgu yapısı ve zamansal kırılmalar söz konusudur. Romanın şimdiki zamanı, anlatıcının zihninde akarken onun geçmişteki yaşantı ve anı kesitleri de sıklıkla bu akışta yer alır.

Romanın şimdiki zamanında, artık üniversiteli bir genç olan anlatıcının, bir eğitim programıyla Avrupa’ya giderek orada bir araştırma ödevi hazırlaması süreci yer alır. Anlatıcı, yatılı okul yıllarında Uğur’la birlikte romanlarını büyük bir ilgiyle okuduğu ve hayranı olduğu yazar Ferrante ile ilgili bir çalışmanın içinde bulur kendini. Bu yabancı ülkede yepyeni insanlarla ve insan hikâyeleriyle karşılaşır. Josef adlı üniversite arkadaşı, kaldığı pansiyonu işleten yaşlı Bayan Zofia, diğer pansiyoner Bay Rafal da romanın şimdiki zamanı içinde yer alan kahramanlardır. Özellikle Bayan Zofia ve Bay Rafal İkinci Dünya Savaşı’nın acılarını ruhlarının derinliklerinde taşıyan yaralı kişilerdir. Çevrelerinde ölümün varlığını sıklıkla hissederler. Her gün piyano tuşlarına sessizce dokunan Bay Rafal, romanın trajik kahramanı olarak kendi trajedisine koşar. Rahip amcasının cenazesi için memleketine giden Josef’in hikâyesi, onların hikâyeleriyle bir aradadır. Bayan Zofia’nın anlattığı hikâyelerle, nine halanın anlattığı hikâye ve masallar, anlatıcının zihninde birbirine örgülenir; bu hikâyeler, zamanı gelince metinde yer alır. Anlatıcının zihnindeki hikâyeler açıldıkça anlatıcılar da değişir. Hikâyeler anılara ve yaşantılara eşlik eder.

Romanın başka bir katmanını, kurmaca yazar Ferrante’nin romanı oluşturur. Ferrante’nin roman metnindeki olaylarla Trak’ın anlatıcısının yaşantıları hem romanın şimdiki zamanında hem de anlatıcının geçmişi anımsama süreçlerinde birbirlerine sık sık temas ederler. Böylece, hikâyelerin evrenselliğinin altı çizilir.

debiyat yapıtlarına göndermelerde bulunarak romanını metinler arası ilişkiler ağının içine yerleştiriyor; metninin anlam zenginliğini çoğaltıyor. Romanda felsefi ve psikolojik derinlik öne çıkarken özlü söz tarzındaki cümlelerin çokluğu dikkatimizi çekiyor. Roman, göndermeler ve başka metinlerdeki hikâyelerle genişliyor; mitolojik ve distopik renkler kazanıyor. Âdem ile Havva, Nuh Tufanı, Hazreti İbrahim ve kurban hikâyesi gibi kutsal kitap hikâyeleri bu toplama dâhil oluyor. Suç ve Ceza’dan Küçük Kara Balık’a, Medarı Maişet Motoru’ndan Şahmeran hikâyesine; kitaptan kitaba, hikâyeden hikâyeye uğrayan bu metinsel ve metinler arası yolculuk ilgiyle okunuyor. Anlatıcı, sadece kitaplardan aldıklarını değil, çevresinden dinlediği hikâyeleri de bir araya getiriyor. Nine hala ile yaşlı Bayan Zofia’nın anlattığı hikâyeleri kendi anlatımına dâhil ediyor. Böylece, romanın anlam katmanlarının giderek çoğaldığını görüyoruz.

Trak’ta, savaş karşıtlığı, evrensellik, farklı kültürlerin buluşması, kanlı tarihin yargılanması temaları öne çıkıyor. Ülkelerin, sınırların, devletlerin, savaşların varlığının sorgulanmasının yanında mültecilik, yersiz yurtsuzluk işleniyor. Anlatıcı, binlerce yıldır süregelen bu vahim durumu “soysuz döngü” olarak nitelendiriyor. Vicdanların uyutulduğu, insanlığın unutulduğu kanlı bir döngüdür bu.

Romanda, kurmaca yazar Ferrante’nin bilgece sözleri ve distopik romanındaki cümleleri üzerinden korku ve ölümün insandaki etkileri dillendiriliyor; ayrıca yazma meseleleri masaya yatırılıyor, okur olmanın ve eleştirinin mahiyeti üzerinde duruluyor. İnsan olma, var olma sancıları, anlatıcı üzerinden dile geliyor: “Bir matruşka gibi iç içe geçirilmiş yaşamlar bizimkisi. Her hatırlama dünyayı yeniden gezip dolaşmak gibidir. Yosunun sardığı taş, yumrusunu toprakta büyüten bitki, yumurtasını çatlatan kuş, yükselen ayın ışığında dönen dünya. Bir böcek bile insanın içindeki insanlığı diriltebilir.”

Bir yazar, yazma sürecinde bir cümleden başka cümleye geçerken aradaki bekleme ve suskularda yaratıcılığını geliştirir anlamına gelen bir söz var Trak’ta. Serkan Türk, romanının anlam zenginliğini, hikâye/yaşantı çokluğu ve metinler arası göndermelerin yanı sıra suskularda çoğalan anlamlar üzerine kuruyor. O nedenle, her okuyuşta, her okurda genişleyen, açımlanan ve zenginleşen, yoğun, derin bir roman olarak da okuyabiliriz Trak’ı.