Google Play Store
App Store

Yıllar önce neredeyse takıntılı bir şekilde Keith Jarret dinlerdim. Özellikle Köln Konseri en vazgeçilmez cd’lerimin başında gelirdi. 90 lı yıllarda solo piyano konseri için Cemal Reşit Rey’e geldiğinde konser sonrası albümlerini imzalamak için salonun bir bölümünü ayırmışlardı. Ben kucağımda bir dolu cd’yi imzalatmak arzusuyla sabırsızlanırken efsanevi piyanist arkamdaki kuyruğu gösterip sadece birini imzalayıp yeniden sıraya girmemi istemişti. Aklıma geldikçe o şaşkınlığı hâlâ yaşarım. Keith Jarret’i, Jack de Johnette ve Gary Peacock ile de bayılarak izlerdim ama benim için solo konserlerinin yeri apayrıydı.

Bu doğaçlama konserler esnasında çıkardığı sesler, zaman zaman piyano taburesinden ayağa kalkarak çalması ya da piyano tuşlarının sadece bir oktavlık bölümünde yedi notayı büyütmesi, renklendirmesi, çeşitlendirmesini büyülenerek izlerdim. Aslında tek bir enstrümanla icra edilen konserler, verilen resitaller bana çalan müzisyenin sanki bir uçurumun kenarındaymış gibi çaldığını düşündürür.

Bence büyük bir risk. Sahnede tek başıma olma düşüncesi bile korkutur beni. Bu yüzden bu virtüöz sanatçıların bende yeri apayrı. Düşünsenize belki aynı eğitimlerden geçen, her gün sekiz dokuz saatini enstrümanına ayıran, deliler gibi solfej, armoni, teknik, kompozisyon çalışan aynı yaşlarda müziğe başlayan binlerce insan var ama bizler sadece birkaçını biliyoruz. Ayrıca yaptığınız müziğin beğenilip beğenilmeyeceği de belirsizken. Serhan Yedig yıllar önce bir yazısında Keith Jarret’in dinleyiciler için düşüncelerini şu sözlerle özetlemiş.

“Günümüz dinleyicisinin bir müziğe ilgisini odaklama süresi çok kısa. Karmaşık şeylerle ilgilenmiyorlar. Sanıyorum müzikseverler formda olmaları gerektiğini unutuyor. Kuşkusuz bu iyi müzik dinleyerek ulaşılacak bir nokta. Yoksa çalınan müziği nasıl algılayacaksın? Ne türde olursa olsun, iyi müziği duyacak, içindeki farklılığı kavrayacak durumda olmalısın..."

Daha önce benzer bir görüşü Erdal Erzincan paylaşıp, okullarda enstrüman çalma dersleri yerine, müzik dinleme derslerinin olması gerektiğini söylemişti.

Gerçekten de biraz görece ama dünyanın en iyi müziğini yapsanız da karşınızda bunu anlamayacak bir dinleyici olduktan sonra bu neye yarar?

Tiktok’ta bir göbek atma videosunu defalarca izlerken, bir klasik müzik eserini “gıy gıy” diyerek iki dakika bile dinleyemezken, yapay zekanın sunduğu olanaklarla şarkı yazdığını sanıp, müziğin bu kadar kolay olduğu algısına kapılırsan yaptıklarımız nasıl hakettiği yeri bulacak?

Belediyeler ücretsiz konser verme -gerçi Sayıştay korkusundan konser mi kaldı- alışkanlığını devam ettirdiği sürece müziğin "bedava” bir şey olmadığını nasıl anlatacağız o konserlere gelen -toplamda- milyonlarca insana.

Performans mekânları da sanatçılara ücret ödemeyip, sadece satılan bilet paralarını verdiği sürece de canlı müzik sadece bayi toplantılarında, düğünlerde, özel gün ve kutlamalarda icra edilen bir anı olarak kalacak hafızalarımızda. Benzer sıkıntı salon kiraları ve turne masrafları yüzünden tiyatrocu arkadaşlarımızı da çok zorluyor.

Artık prodüksiyon maliyetleri ve oyuncu sayısı minimuma indi. Önümüzdeki hafta da tiyatromuzun sorunlarına bir göz atmak dileğiyle.

Kalın sağlıcakla…