Dün AKP kongresini izlerken sürekli vurgulanan “vizyon” sözcüğü kafama takıldı; bir de sözlüğe, ansiklopediye bakayım dedim. Vikipedi hemen parmaklarınızın ucunda ya, “vizyon” yazıp sordum. Dediğine bakar mısınız:

“Vizyon, birtakım olayları görme organının yardımı olmadan görme ya da algılama fenomenine ve bu fenomendeki imajlar bütününe verilen addır. Vizyon tarzındaki algılamalara daha çok medyumlarda, mistiklerde, peygamberlerde ve psişik bakımdan ‘hassas’ kabul edilen kişilerde rastlanmıştır.”

Biz yine “vizyon”u; bir tür ileriyi görme gücü, geniş bir bakış açısıyla öngörü ve geleceğe dair bir tasavvur sahibi olmak, gelecekte ulaşılmak istenen nokta olarak bilelim.

AKP’nin 7. Büyük Kongresi “2023 vizyonu” diye takdim edildi. Bir de 2053 var ama, 2023 AKP için pek ileri bir tarih sayılmaz! Ha, 2002’deki vizyonla gördükleri, diyalektik bir sürecin sonucundaki sıçramayla “değişim”in gerçekleştirileceği tarihse 2023, o başka tabii.

Mahir Ünal boş konuşmamışsa ve gerçekten 19 yıl boyunca 2023’e hazırlanmışlarsa, 2023 ısıta ısıta geldikleri suyun kaynama ve bir başka hale geçme noktasıysa, o müthiş bir vizyon işte!

“Bugüne kadar yaptığımız her şey aslında hazırlıktı. 24 Mart yeni ve büyük bir yolculuğun başlangıcı” demek, şimdiye kadar tam açık edilmemiş bir vizyon olarak mı anlaşılmalı acaba?

Günlük Covid-19 vakalarının atağa kalktığı ve doludizgin gittiği şu günlerde yine lebalep bir kongre yapmak; ilk imzacısı olmakla kalmayıp, imzalamakta çekingen davranan ülkeleri de ikna ettiğiniz bir sözleşmenin aileyi yıkıp herkesi eşcinsel yapabileceğini imzalarken öngörememek; geleneksel ve milli değerlerimizin kadınları korumak için yeterli olduğunu şimdi bilip de o zaman bilememek nasıl bir vizyonerliktir, o da ayrı mesele!

İkinci sınıf bir demokraside bile 72 ayda olamayacak şeylerin bizde 72 saatte olması; İstanbul Sözleşmesi’ni söyledim, Merkez Bankası, Gergerlioğlu ve HDP vakası, Demirtaş’ın, Kaftancıoğlu’nun, İmamoğlu’nun cezaları… Ve şimdi yalnızca bunları, bunlardan bazılarını konuşur hale gelmemiz… Bunlar AKP’nin günü kurtarma çabalarının, muhalefete gündem dayatıp onları meşgul etme anlayışının bir sonucu mu?

Aslında, 19 yıldır yapılan hep bu, bir süre meşgul edilip sonra konuşmayı bıraktığımız konularla ilerlemek… Kâh AB üyeliği peşinden koşup kâh AB’den kaçarak, kâh Kürt açılımı yapıp kâh kapatarak, kâh Mısır’a hamle edip kâh öpücük atarak, kâh İstanbul Sözleşmesi imzalayıp kâh bir gecede çöpe atarak, kâh Merkez Bankası’nın bağımsızlığını ilan edip kâh onu rafa kaldırarak yürünen bir yol…

Kâh seninle, kâh onunla, kâh bununla ve bazen ittiklerini bazen çekerek; kimi zaman “kullanışlı aptallar”la, kimi zamansa kullanımını güce ve paraya tahvil edenlerle yürünen bir yol.

Günlük ve anlık baktığınızda sürekli bir şeyler değişiyor. Yeni konular, yeni isimler geliyor. Dün de öyle oldu. Vitrin yenilendi, eskiler yeni olarak yeni vitrinde yer aldı! Haydi biraz da bunları konuşalım! Bunlarla oyalanalım (mı)!

Peki, güne ve ana değil de sürece bakarsanız ne göreceksiniz? Demokrasinin hiçbir zaman amaç olamayıp araç olduğunu mu? 19 yıllık hazırlığa baktığınızda; halkın payına düşenin daha fazla yoksulluk, işsizlik, sıkıntı olduğunu, muhalefetin payına düşenin daha fazla baskı olduğunu mu göreceksiniz? Görecek misiniz?

Buralara, savrulmalar ve günü kurtarma politikalarının sonucu mu gelindi yoksa bu 19 yıl öncesinin vizyonu muydu, sorusunun da önemi yok aslında.

Önemli olan muhalefetin vizyonu; bizim nasıl bir gelecek tasavvur ettiğimiz ve o geleceğe ulaşmak için gerekli adımları atıp atmadığımız!