Elbette CHP sosyalist bir parti değil. Böyle bir beklenti de yok. Fakat tınısı kulağa hoş gelen ‘siyaset üstü’ yaklaşımı, ekonomide belirleyici güç kimdeyse onun bayrağının altında toplanılacağına tekabül eder.

‘Vizyon belgesi’ hangi sınıfın bayrağına dönüşecek?
Fotoğraf: Depo Photos

“Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılı Vizyon Belgesi” apaçık bir sınıf beyanıydı. Türkiye kapitalizminin yönetim biçiminin ‘oligarşik’ tarzdan ‘kurumsalcı’ biçime nasıl dönüşeceği, ideolojik bir bütünlükle çerçevelendi. Böylece seçimin partiler arası yarışın ötesine geçip, iki büyük siyasi kampın bayrağı altında saflaşmış farklı sermaye kesimlerinin hesaplaşmasına dönüşeceği de ilan edilmiş oldu. Bir yanda ulusal serveti yağmalamak için 2015 rejiminin kurduğu ve üzerinde ‘ucuzluk’ tabelası asılı anonim şirketin hissedarları; diğer yanda iktidardaki hisse paylarını 2010’dan sonra hepten yitirmiş olanlar… Ama “duru gökte çakan bir şimşek” kadar berrak olmayan bir saflaşma bu. Her iki kampın kaderi, siyasal parçalanmışlık içinde ızdırap çeken oy deposu emekçi sınıflar üzerinde hegemonya kurmalarına bağlı. Savaşın tayin edici muharebesi, tam burada gerçekleşecek işte.

Marx’ın, Fransa’da sanayi burjuvazisine çığlık attıran Bonaparte iktidarı için sorduğu o meşum sorunun yanıtını arıyoruz hala. Nasıl oldu da koca bir ülke, bir avuç düzenbaz tarafından gafil avlandı? Türkiye kapitalizminde bir sapma mıydı? CHP’nin vizyon belgesi bize hangi yanıtı veriyor?

İleriye doğru sonuçlar doğuracak bir siyasetin sınıfsal karakterini anlamanın yolu, ekonominin geriye doğru okunmasından geçiyor. Öyle yapalım biz de...

***

2002’deki değişimin detaylarına girmeyelim. Lakin 2002’yi doğuran 90’ların paramparça sınıfsal yapısını göz ardı etmek de “Derviş geldi, bir programla işi düzeltti” kolaycılığına sürükler. Oysa 90’lar sermaye içi çatışmanın da emekçi sınıflar arasındaki bölünmüşlüğün de derinleştiği yıllardı. Güç asimetrisini bozan kesim, emekçi sınıfları siyaseten seferber edebilen orta burjuvaziydi.

Tevekkül ilişkisiyle bağlandığı Anadolu sermayesinin çıkarlarıyla, kendi çıkarını ayıramayacak kadar örgütsüz olan hizmet, ihracat ve yan sanayide kümelenmiş emekçiler, geniş bir esnaf bloğuna eklemlenerek orta burjuvazinin bayrağı altında, siyasetin merkezini darmadağın ettiler. Manzara Marx’ın, “Cumhuriyet kendini (köylülere) icra memuru ile haber vermişti; onlar da kendini bir imparatorla bildirdi” betimlemesine fena halde benziyordu. Halk krizden kıvranırken, Cumhuriyet’i kuru bir kabuğa çevirip laik-dinci gerilimiyle işi kotaracaklarını düşünenlerin gönderdiği icraya yanıt, bir yazar kasayla geldi. AKP piyangodan çıkmadı. Düpedüz bir sınıf çatışmasının ürünüydü. Büyük sermayenin devlet ve parti klikleriyle oynayarak inşa etmeye çalıştığı derme çatma siyasi yapı, ‘aşağıdan’ gelen sokak darbesiyle yıkıldı.

İşin doğrusu büyük sermaye hiçbir zaman ‘gömlek değiştirme’ hikayesini de yutmadı. Rahmi Koç, bir hırsızı erkenden işaretler gibi 1 milyar dolarlık servetin kaynağını soruyordu mesela. Sermayedarın hissiyatıyla sermayenin ihtiyacı her zaman uyuşmayabiliyor. Emekçi sınıfları kim bağlayabilmişse, iktidardan iyi bir hisse payını da kapıyor. İşte Derviş programı sermaye kesimleri arasında sağlanan ‘sulhun’ tezahürüydü. Ekonomi politikası uluslararası kurumların mührüyle sigortalandı. Devlet işleyişi popülist baskılardan azade kılınsın diye iyice özerkleştirildi. Böylece ne kadar sermaye yanlısı politika varsa hızla hayata geçirildi. Fakat tarihin ironisi olsa gerek. Emekçi sınıflara karşı örülen kurumsal duvar, emekçi sınıfların oylarına ambargo koymuş ve yine o kurumsallığın getirdiği sermaye akımlarının avantajını lehine çevirmiş bir despotun elinde, büyük sermayenin de kafasına indirdiği bir balyoza dönüşüverdi.

TÜSİAD’ın küresel konjonktürün değiştiğini ve faizin buna uyum sağlaması gerektiğini anlatan 2012 raporu, sermayeler arası iktidar savaşının bir kez daha fitilinin ateşlendiğinin işaretiydi. 2009’dan aldığı tüm ihaleler iptal edilmiş Mustafa Koç’un 2014’te Hürriyet’in sayfalarına yansıyan “90 yıllık onurumuzu çiğnetmeyiz” çıkışı, Sabancı CEO’su Haluk Dinçer’in yolsuzluklara, rüşvete dair beyanları, aşağılamaya artık tahammülü kalmamış eğitimli zümrelerinin Gezi isyanı… Erdoğan’ın bütün bunlara yanıtı 2015’in ortalarında başlayıp 2016’da nihayete eren hükümet darbesiydi. Açıkçası HDP oylarının dengeyi bozduğu seçim terazisindeki görüntünün aksine, yeni despotik mimarinin sınıfsal tabanı genişlemişti. Devlet AŞ’deki hisselere milliyetçi bir parti, farklı güç klikleri, inşaat, turizm, ihracatçıya yayılan bir sermaye kesimi, esnaf ve küçük işletmeler ortak yapılırken; yoğun kredi genişlemesiyle emekçi sınıfların ağırlıklı bölümü konsolide edildi. Nihayetinde faiz-enflasyon sarmalıyla beraber en büyük parsayı da finans sermayesi ve rantiye sınıfı topluyor. Hikayeyi sıcağı sıcağına yaşıyoruz: Dış kaynağın kesilmesiyle beraber seferber edilen ulusal kaynakların dizginsiz yağması. Bir kez daha Marx’a başvurursak; “saraydan batakhaneye tüm çevrelerde aynı ahlak bozukluğunun, aynı hayasız sahtekarlığın, üreterek değil de başkasının elindekini kurnazlıkla ele geçirerek aynı havadan zengin olma düşkünlüğünün” yinelendiği bir döngü.

Hisse dağılımından dışlanmış sanayi sermayesi uzun süredir çığlık atıyordu. Ne var ki, sesini siyaseten halka mal edebilecek bir oluşum boşluktaydı. Boşluğu alternatif bir siyasetin iradi müdahalesi değil, pandeminin üzerine gelen yoksullaşmanın üst sınıfları da anafor gibi kendine çeken doğal gücü doldurdu. Arayışı gören TÜSİAD “Yeniden İnşa” adını verdiği ve esasında AKP’yi bir ‘sapma’ olarak tanımladığı, 2002-2007 arasındaki eksene dönüşü arzulayan, toplumsal tahribatı ‘sosyal tedbirlerle’ tedavi etmeyi uman yol haritasını, aritmetik hesapların içinde mızmızlanan resmi muhalefetin önüne koydu. Kurumsallığın, ekonomi yönetiminin ve hatta sosyal yardımların bile ‘siyaset üstü’ tanımlanmaya çalışıldığı CHP’nin vizyon belgesini işte bu programın ideolojik sınırlarından ayıran pek bir şey yok ortada. İdeolojik kelimesinin altını çizelim. İdeolojik çerçevede ortaya konulmuş bir vizyonun toplumsal/siyasal programa dönüşmesi, hangi sınıfın bayrağı altında, kimleri uzlaştıracağınıza bağlıdır.

Elbette CHP sosyalist bir parti değil. Böyle bir beklenti de yok. Fakat tınısı kulağa hoş gelen ‘siyaset üstü’ yaklaşımı, gerçekte sınıflar üstü bir arayışa, o da ekonomide belirleyici güç kimdeyse onun bayrağının altında toplanılacağı gerçeğine tekabül eder. Türkiye bırakın sınıf uzlaşmasını, eskisinden de beter bir sınıflı topluma bürünmüş halde oysa. Dünya konjonktürüne de gayet uyumlu bir manzara. Dolayısıyla daha da genişlemiş ve 90’lardaki gibi paramparça olmuş emekçi sınıflar üzerinde hakimiyet kuramayan bir iktidar, iktidarda kalamaz. Muhalefet ise bırakın sosyalizmin ‘s’sini, TÜSİAD’ın programını bile iktidara taşıyamaz.