Google Play Store
App Store

Witold Gombrowicz, ölümünden sonra 1971’de Rita Gombrowicz’in ön ayak olmasıyla yayımlanan Altı Saat On Beş Dakikada Felsefe Dersleri’nde, Kıta Avrupası’ndaki temel felsefi yaklaşımları ele alarak, dünyayı hâl yoluna koymaya çabalayanlarla ve kaosa sürükleyenlerle bir “kavgaya” tutuşuyor.

Witold Gombrowicz evreninin ipuçları
Altı Saat On Beş Dakikada Felsefe Dersleri, Witold Gombrowicz, Çeviren: Orçun Türkay, Yapı Kredi Yayınları, 2024

Ali BULUNMAZ

Ömrü boyunca memleketi Polonya’dan ve edebiyattan uzak kalmamak için uğraşan fakat İkinci Dünya Savaşı’na kısa bir süre kala (Ağustos 1939’da) Arjantin’e giden, 1963’te Avrupa’ya dönen ve 1969’da Fransa’da ölen Witold Gombrowicz; hem sürgünlüğünün etkisiyle hem de felsefeye merakı sayesinde yersiz-yurtsuzluğu ve var oluşu merkeze aldığı kitaplar yazdı. Yaşamının özeti olan günlükler kaleme aldı.

1930’larda Nazilerin, 1945 sonrası ise komünistlerin hedefi hâline gelen Gombrowicz’in eserleri 1989’a dek yasaklandı ve sansürlendi. Göçmen bir Polonyalı olarak kendini ve derdini anlatmayı denedi, yarı cahilliğin dünyanın başına ördüğü çorapları ortaya koydu, edebiyat-ahlak ilişkisi üzerine kalem oynattı. Aklın gücüne karşı duyulan kuşkuya değil, onun menzilinin kısa oluşuna dikkat çekti. Utanmanın büyük bir erdem olduğundan bahsedip sahtecilikle ve yalancılıkla mücadeleye girişirken bir tümör gibi dünyaya yayılan acının, kişiyi hem olgunlaştırdığını hem de çaptan düşürdüğünü söyledi. İktidar sahiplerini ve elindeki gücü kötüye kullananları eleştirdi. Tarihle, popülizmle, milliyetçilikle ve cinsiyet ayrımcılığıyla hesaplaştı.

Bunları yaparken Gombrowicz’in destek aldığı şey, gerilimli bir ilişki kurduğu felsefeydi. Ölümünden sonra 1971’de Rita Gombrowicz’in ön ayak olmasıyla yayımlanan Altı Saat On Beş Dakikada Felsefe Dersleri’nde, Kıta Avrupası’ndaki temel felsefi yaklaşımları ele alan yazar, dünyayı hâl yoluna koymaya çabalayanlarla ve kaosa sürükleyenlerle bir “kavgaya” tutuşuyor.

‘FELSEFE ZORUNLU BİR ŞEY’

Yakın dostlarının söylediğine göre Gombrowicz’i, düştüğü karanlık çukurdan ve orada yüz yüze geldiği ölümden kurtaran şey felsefeydi. Kant’ı, Schopenhauer’i, Kierkegaard’u, Hegel’i, Sartre’ı, Heidegger’i, Marx’ı ve Nietzsche’yi çözümlerken yaşama tutunmanın ve olup biteni eleştirmenin yollarını bulan yazar, acının üstüne gitmişti. Kendisini tüketen hastalığını, zihninden “bir süreliğine” böyle atmıştı. Bu sırada gövdesi Kierkegaard’dan oluşan bir felsefi soyağacı meydana getiren Gombrowicz, varoluşçuluğun felsefenin merkezinde yer aldığına dair bir söylem geliştirmişti.

Francesco M. Cataluccio’nun ifadesiyle felsefe, Gombrowicz için aynı müzik gibi “ölçüsüz bir tutku”ydu. İnsanın ilerleyişine rağmen olgunlaşamamasını anlamaya çabaladığı, bunu betimlemesini sağlayan bir etkinlikti ve aynı zamanda romanlarının da özüydü. Öte yandan sürgünlüğünü, dışlanmışlığını ve etrafını saran kalabalığı anlamlandırmasının önemli bir yoluydu. Ayrıca insanın kendini biçimlendirme ve kişinin başkasıyla ilişki kurma sorununu anlamasının bir adımıydı. Dolayısıyla maskelerin ardına gizlenme nedenlerini ve onlardan sıyrılınca yaşanan bocalamayı kavramanın en büyük yardımcısıydı.

Gombrowicz, bu noktada felsefenin neden gerekli olduğunu da açıklamıştı: “Felsefe yapmanın gerekli olup olmadığını sormak söz konusu değil. Felsefe yapıyoruz çünkü zorunlu. Olmazsa olmaz. Bilincimiz kendisine sorular soruyor, onları çözmeye çalışmak gerekiyor. Felsefe zorunlu bir şey. (...) Felsefe kültürümüzü hâl yoluna koymamızı, bir düzen kurmamızı, kendimizi bulmamızı, entelektüel bir güven duymamızı sağlar.”

Biçim sorunu bağlamında özne-nesne ilişkisini temellendiren Gombrowicz, 1930’larda kaos içindeki Avrupa’dan hareketle felsefi söylemini iki temel üzerine oturtmuştu: Varoluşçuluk ve psikanaliz. Bu ikiliye Marksizmi de ekleyerek Katoliklikle hesaplaşan yazar, insanı yaşam ve bilinç babında bölmeye uğraşmıştı.

EN ÖNEMLİ FELSEFİ SORUN ‘AKILLANDIKÇA APTALLAŞMAK’

Altı Saat On Beş Dakikada Felsefe Dersleri’ni okurken Gombrowicz’in romanlarında ve günlüklerinde rastladığımız ironiyle karşılaşıyoruz yeniden. Avrupa felsefesinin kalburüstü isimlerinin görüşlerini ele alırken bahsi geçen ironi devreye giriyor, hatta bazen sert eleştirilere evriliyor. Sartre hakkında yazdıkları buna bir örnek: “Başkasının bakışına bağlıyız. Doğal olarak başkasının varoluşunu kabul etmek gerekir. Bu bir apaçıklıktır. Sartre bunun doğruluğunu göstermek için felsefi neden bulmaz. Başkasının bakışı özgürlüğümüzü elimizden alır, bizi tanımlar. Başkası için biz bir şeyiz, bir nesneyiz, bir karakterimiz var vb. Başkasının bakışı özgürlüğümüze aykırıdır ama yalnızca başkasının özgürlüğünü kabul ederek onun bakışından kurtulurum, bütün Sartre’cı ahlak özgürlüğü kabul etmeye ve olumlamaya dayanır. Sonuçta Sartre, doğal olarak her yazarın bağlanıp solun parçası olmasını ve sıkı kurallara uymasını ister! Sartre daha az başarılı başka yapıtlarda özellikle (Diyalektik Aklın Eleştirisi’nde) varoluşçuluğu Marksizm’le uzlaştırmaya çalışır, bu da doğal olarak bir saçmalıktır.”

Altı Saat On Beş Dakikada Felsefe Dersleri, Gombrowicz’in günlüklerinde geniş biçimde işlediği felsefi dertlerinin ve sorunların hem bir özeti hem de özü niteliğinde. Son zamanlarında felsefenin yaşam için “faydalı olmadığını” söyleyen yazar, felsefeyi yaşamanın güçlüğünden bahsederken çağın sorununun yine onun aracılığıyla ortaya konup çözümlenebileceğini de bir kenara not düşüyor: “Akıllandıkça aptallaşmak.”

İşte Altı Saat On Beş Dakikada Felsefe Dersleri’nde Gombrowicz’in karşımıza çıkardığı ironi de felsefi sorunların bam teli de bu ifadede saklı. Gombrowicz evrenini yani onun edebî ve felsefi söyleminin ipuçları da bu kitapta yer alıyor.