Ya işsiz kalmak ya da ölümüne çalışmak
Ya işsizlik ya da ölümüne çalışmak ikileminde beşer beşer, onar onar, yüzer yüzer ölüyor artık işçiler.
Türkiye’de işçi sağlığı ve güvenliği yok. Bu konu ile ilgili kurallar ve uygulamalar bütününün işlerlik kazanması da mevcut şartlarda olanaksız. İşbaşındaki hükümet böyle bir siyasal irade gösteremez. Göstermeyecektir de. Dolayısıyla her iş kazası veya cinayetinden sonra hükümet yetkilerinin attığı onca nutuk boş, anlamsız ve sinir bozucu. Özellikle ikide birde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili yeni yasadan ve bu yasanın nasıl da proaktif yaklaşımlar içerdiğinden söz eden siyasetçi ve kanaat önderleri mide bulandırıyor. Gerçekte zerre kadar uygulanmıyor bu yasa çünkü. Taşıdığı olumsuzluklar bir yana, mevcut haliyle bile ismi var cismi yok yasalardan biri. İş güvenliği uzmanının maaşını işveren veriyor en basitinden söylemek gerekirse. OSGB işleri de hikâyedir.
Yasaların uygulanması işi zaten sorunluydu; bu yeni bir şey de değil. Ama yasaların “bütünüyle” işlevsiz ya da gereksiz bir hale gelmesi durumu yeni bir şey. Derinlemesine kök salan bu durum kamu adına iş gören kurumlar çok yıprandığı için kolayca düzeltilemeyecek de.
FISLAYAN KAMU
Ermenek’teki maden faciasının gösterdiği en önemli şey madencilik faaliyetlerinin bir kamu işi olduğudur. Özelleştirilmemeliydi. Facianın ayrıntıları ortaya çıktıkça, bir üretim faaliyetinde yapılması gereken temel mühendislik, işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili hiçbir çalışmanın yapılmadığını görüyoruz. Öyle ki maden açılacak kazı alanına daha kazmayı vurmadan bu alanın etrafında ne var diye bir bakmak gibi en basit çalışma bile yapılmamış Ermenek’de. Peki bu maden nasıl ruhsat aldı? Nasıl faaliyet gösteriyor? Kamu kurumları ne yapıyor; ne işe yarıyor? Soma’dan sonra ne değişti o zaman? Sorularının bir anlamı yok gerçekten.
Durum şu: 14 bin maden ocağı 250 müfettişle denetleniyor. Kamu böylesine cılızken sektörde faaliyet gösteren özel şirketlerin karlılık durumları ise olağanüstü. Madencilik faaliyetleri bütün iş sektörleri arasında açık ara ile en kârlı sektör. İşçilerin sağlığından, kanından, canından elde edilen bir kâr bu. Bir madende üretimi güvenilir kılmanın maliyeti ise işçi başına sadece 1 dolar. Radikal değişiklikler bir yana, bir parça daha az karla bile bir şeyleri değiştirmek mümkün. Kamunun, kamu kurumlarının fıs diye söndüğü bir ortamda şirket kârları da patlıyor elbet.
Bir yanda Ermenek’te 18 işçi sular altında kurtarılmayı beklerken, öte yanda milyar TL’ye mal olan ve bin odalı olduğu söylenen ve üstelik yasal prosedürleri hiçe sayarak inşa edilen başkanlık sarayı açılır ülkemizde. Harcanan parayla binlerce maden ocağına yaşam odası yapılabileceğini biliyor musunuz?
OTORİTER DEĞİL FAŞİZAN
Sadece madencilik değil herhangi bir üretim faaliyetini sağlıklı yapmak söz konusu olmaktan çıkıyor artık. İşçi sağlığı ve güvenliği ile halk ve çevre sağlığını korumaya yönelik her türlü bilgi, kural ve uygulamalar bütünü üretim faaliyetlerinin bünyesinden uzaklaştırılıyor. Gereksiz görülüyor. Hiçbir üretim faaliyeti başıboş, gelişigüzel yapılamaz. Bir mühendislik bilgisine yaslanır. Mühendislik dediğimiz sözcüğün etimolojisi “hendese” sözcüğüne dayanır ve bu sözcüğün anlamı matematik bilmek ya da hesap kitap yapmaktır zaten. Proses veya inşa sürecinin her aşamasında neler olacağı önceden, adım adım bilinir. Dahası beklenmedik durumlar karşısında neler yapılacağı bile hesaplanır. Kuşkusuz akla gelen durumlar için. Bütün bu süreçler içinde kamunun en asli görevi işlerin doğru düzgün yapılıp yapılmadığını denetlemektir. Kamu adına ve kamu sağlığı için.
Bir işi yavaşlatacak her türlü teknik faaliyetin gereksiz görüldüğü bir dönemdeyiz. Bu gidişe karşı duran, engel oluşturan her şey bir güvenlik sorunu olarak görülüyor üstelik. Yırca köyündeki zeytinliklerin ya da Validebağ Koruluğu’nun talan edilmesine karşı çıkan insanlara yapılan müdahalenin de gösterdiği gibi. Mevcut gidişe karşı çıkan kişi ve kurumları bertaraf etmek devlet kurumlarının asli görevi haline geliyor. Adım adım faşizan bir iklime doğru yol alıyoruz.