Google Play Store
App Store

Şimdilerde TÜRK-İŞ Başkanı ile CB Erdoğan İmam-Hatip kardeşliği üzerinden iş bağlıyorlar. Bu arada TESK ve Türkiye Ziraat Odaları Birliği, son 20 yıldır esnaf ve çiftçinin ekonomik durumunu gündeme getirecek kapalı salon toplantıları bile yapamıyorlar.

Yakınma sendikacılığı

"Talep iletme muhalefeti" ile "şikâyet iletme sendikacılığı" buluşuyor. Türk-İş Başkanı Atalay, Sözcü’den Saygı Öztürk’e demecinde (23.06.2024) "Ben, 25 yıldır enflasyonun bu kadar ezdiği bir dönem görmemiştim, yaşamamıştım" diyor. Doğrusu bizler de son 25 yıldır işçi sınıfı sendikalarının bu kadar suskun ve eylemsiz olduğu bir dönemi daha önce yaşamamıştık. Sakın arada bir bağlantı olmasın?

1989-99 döneminde TÜRK-İŞ’in başını çektiği ciddi bir sendikal hareketlenme yaşanmıştı. Yapılan ücret sendikacılığıydı ama en azından 1980’lerin tahribatını giderecek kazanımlar elde edilmişti, hem işçiler hem de memurlar açısından. Üstelik, 1997 sonrasında Refahyol Hükümetinin laiklik karşıtı duruşuna karşı TÜRK-İŞ, DİSK ve Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu’nun (TESK’in) başını çektiği siyasi mitingler dahi yapılabilmişti.

Nereden nereye! Şimdilerde TÜRK-İŞ Başkanı ile CB Erdoğan İmam-Hatip kardeşliği üzerinden iş bağlıyorlar. Bu arada TESK ve Türkiye Ziraat Odaları Birliği, son 20 yıldır esnaf ve çiftçinin ekonomik durumunu gündeme getirecek kapalı salon toplantıları bile yapamıyorlar. Bu kuruluşlarda yöneticilerin koltuklarını çeyrek yüzyıl ve ötesinde koruyabilmeleri temel gaileye dönüşmüş bulunmakta; bu da iktidarla iyi geçinmeyi gerektiriyor!

ASGARİ ÜCRET VE İKTİDAR SENDİKACILIĞININ SEFALETİ

Atalay, "asgari ücretin yılda iki kez belirlenmesi kanunda yok. Ama içinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle konuyu sürekli gündemde tutuyoruz" diyor demecinde. Asgari ücret müzakerelerine katılma hakkı olan tek işçi konfederasyonu başkanı bu yanlışa nasıl düşebiliyor? Asgari ücretin yılda bir kez belirlenmesi de kanunda yok! 4857 sayılı İş Kanunu’nun 39. maddesinde "ücretlerin asgari sınırları en geç iki yılda bir belirlenir" hükmü yer alır. "En geç" ifadesi, yılda iki veya dört veya daha fazla defa belirlenmesine kapı aralamış olur. Yüksek enflasyon dönemlerinde de bu kapı açık tutulur. Şimdi adı konulmamış IMF programı altında bu kapı kapalı tutulmak isteniyor. TÜRK-İŞ Başkanı ise "kanuni dayanağı yok" diyerek talebini zayıflatıyor ve iktidara mazeret hazırlamış oluyor!

Şunlar de Atalay’dan: "Enflasyonun durdurulması, asgari ücrette de iyileştirme yapılmak zorunda. Enflasyon durdurulmazsa, yapılacak bir iyileştirmenin hükmü bir ay bile sürmez." Enflasyon hemen durdurulamayacağına göre "iyileştirmenin hükmü yok" ne anlama gelir? Boşuna uğraşmayalım anlamına gelir. Bir otomobil bile frene basınca hemen durmaz ama duvara çarparsa hemen durur. Ekonomide enflasyonu aniden durdurabilecek bir duvar metaforu yoktur! Çok hızlı yavaşlatılması halinde ise ciddi bir durgunluk ve işsizliğe yol açar. Peki, düşük faiz uygulamalarıyla sermayeyi fonlayan ve hanehalkının borçlanmasını kolaylaştırarak Mayıs 2023 seçimlerinde koltuğunu koruyabilen Erdoğan’ın 2021 sonundan itibaren enflasyonu patlatan uygulamaları ve şimdi bunun yükünü emekçilere çektirmek istemesi hakkında Atalay’dan herhangi bir eleştiri duyan oldu mu? Burada tekrar baştan üçüncü paragrafa dönünüz.

ŞİMŞEK KİM ADINA KATI?

Uygulanan program Şimşek’in icadı değil. Bu, IMF ve DB çevrelerinden övgüler almış örtük bir IMF programı, halkın alım gücünü ve talebini kısmaya ayarlanmış bir yoksullaştırma diyeti. Geçen yılın Eylül ve Ekim aylarında resmileşen OVP (2024-2026) ve 12. Plan’da (2024-2028) zaten çerçevesi belirlenmiş. Hiçbir sürprizi yok. Seçimler de geçtiğine göre, katılıkta bazı esnemeler yapmanın siyasi ortamı da yok. TCMB araştırmasında bile asgari ücretin enflasyon etkisinin çok zayıf çıkmasının bir hükmü yoktur (Hayri Kozanoğlu, BirGün, 26.6.2024).

Bu bakımdan Karatepe-Şimşek görüşmesi nafile bir buluşmaydı. Eğer anamuhalefet, “biz uzlaşma için elimizden geleni yaptık bundan sonra meydanlar konuşur” tavrında kararlıysa (ki bunun dillendirilmesinin bile Erdoğan’ı pek rahatsız ettiği görülüyor), bu da bir kazanç sayılabilir. İktidarın anlayacağı tek dil budur. Ama dikkat: Meydanlara yetersiz kalabalıklar toplanırsa, ekonomi yönetimi bunu "kitleler ses veriyor ama bizi yolumuzdan saptıracak kadar değil, demek ki program çalışıyor" biçiminde yorumlayacaktır.

Şimşek, dış ve iç sermaye çevreleri adına hareket eden bir teknokrat siyasetçi. Ama sınırlarını çizen bir de "başyüce" ve onun etrafına kümelenenler var. Katılıklarının sınırları böyle çiziliyor. IMF programından sapamaz; ama IMF istese bile Saray rejminin yolsuzluklarının da üzerine gidemez. Sermayenin vergi ayrıcalıklarına da ciddi sınırlar koyamaz.

Bu bakımdan Karatepe’nin 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 30/7 maddesini hatırlatıp "Cumhurbaşkanınca ilan edilen ülkelerde yerleşik olan veya faaliyette bulunan kurumlara nakden veya hesaben yapılan veya tahakkuk ettirilen her türlü ödemeler üzerinden (...) yüzde 30 oranında vergi kesintisi yapılır" hükmünün işletilmesiyle kaynak sorununa çözüm bulunabileceğini iletmesi iyi olmuş. Bunu 26 Haziran tarihli BirGün’de Ankara Temsilcisi Nurcan Bilge Gökdemir haber yaptı. Prof.Aziz Konukman ve ben, bu düzenlemenin yapıldığı 2006’dan beri, Başbakanın (2018 sonrasında Cumhurbaşkanının) "ülke isimlerini ilan etmesini" ve böylece yasal boşluğu doldurmasını talep edip durduk. Ama boşa çaba. Bu sadece yandaş sermaye çıkarlarının kollanmasından kaynaklanamaz; ancak burjuva-siyasetçiler de işin içindeyse 18 yıldır sürdürülen bir "engelleme" anlam kazanabilir.

VERGİ PAKETİ MUAMMASI!

İktidarın vergi paketi, toplumsal tepkilere göre durmaksızın yeniden şekilleniyor. Bu toplumsal tepkilerden en güçlü olanı da kuşkusuz çeşitli sermaye çevreleri üzerinden gelenler. Birçok düzenleme geriye çekilmiş görünüyor. Geniş kitlelerin üzerindeki vergi yükünü artıracak olanlar için iyi de oldu denilebilir. Şimdilik geriye kalanlar arasında bir "küresel asgari kurumlar vergisi" olacak gibi görünüyor. Yabancı şirketleri ilgilendiren bu asgari verginin yerleşik büyük sermayenin "vergi rekabetinde eşitlik" talebinin uzantısında olduğu söylenebilir.

Bu vergi paketinin mali amaç taşımayan hükümleri de olacağı anlaşılıyor. Yurtdışına çıkış harçlarının 150 TL’den en azından 1.500 TL’ye çıkarılmasının ekonomik amacı daha önde gözükmektedir. Uygulanan program enflasyon artışının gerisinde kalan kur artışları (yani aşırı değerli TL) yoluyla sıcak para çekme derdindedir. Ancak bu, ithalatı ve dış seyahati ucuzlatmaktadır. O halde dışa çıkışlar ve ithalat caydırılmalıdır. İthalatta da şimdilik Çin’den ithal edilen otomobillere yüzde 40’lık Gümrük Vergisi ilavesiyle bir fren yapılmıştır. Bu tür önlemlerin devamı gelebilir.

SONUÇ: EMEĞİN TALEPLERİ

Buna karşılık Kurumlar Vergisi’nin yarısı düzeyinde olan vergi istisna ve muafiyetlerine kimsenin dokunmaya niyetinin ve gücünün olmadığı görülüyor. Aynı şekilde sermaye şirketleri ortaklarına dağıtılan temettülerin (kâr paylarının) düşük bir stopaj kesintisi ödemek yerine Gelir Vergisi’nin artan oranlı tarifesine tabi tutulması da gündemde değil! Gelir Vergisi tarifesinin ücretliler lehine yeniden düzenlenmesi, örneğin ücretliler için ayrı bir tarife yapalarak ilk oranın yüzde 15’ten yüzde 10’a indirilmesi, dilim genişliklerinin ikiye katlanması, tarifedeki basamak sayısının 5’ten 6’ya yükseltilmesi ve son basamaktaki marjinal vergi oranının yüzde 40’tan 50’ye çıkarılması emek kesimlerinin talebi olabilir ancak. Sendikaların bu konudaki taleplerini ortaklaştırmaları şarttır. Emek yanlısı siyasi partilerin önemli bir mücadele başlığı da vergi yükünün emekten sermayeye transfer edilmesi konusu olmalıdır.