‘Cilalı İmaj Devri’ni ilk kez ne zaman okuduğumu inanın hatırlamıyorum, muhtemelen 90’ların ikinci yarısıydı. Yalnız bu karşılaşmanın bende nasıl bir his bıraktığını çok iyi hatırlıyorum: daha önce hiç böyle bir şey okumamıştım. Belki birkaç yıl gecikmeyle, belki o sırada okuduklarımın hepsini anlamlandıramadan ama hep çok eğlenerek ve keyif alarak okuyordum Can Kozanoğlu’nun yazdıklarını. His, demiştim ya, hiç abartmıyorum, Bulutsuzluk Özlemi’ni ilk kez izlemek, Pink Floyd’u ilk kez dinlemek, İhsan Oktay Anar’ı ilk kez okumak, Clockwork Orange’a ilk kez çarpılmak gibi bir histi: belli ki biraz geç kalmıştım, fakat zararı yoktu, kim bilir nasıl bir dünyaya açılıyordu bu kapı.

Örnekleri ilgisiz ya da abartılı bulmaya kalkmayın sakın, hepsi doksanlarda karşıma çıktı, doksanlar da çok acayip zamanlardı. Benim doksanlarıma ortaokul, lise, üniversite; Türkiye’ninkine Özal, Demirel, Erbakan, Ecevit, Madımak, 17 Ağustos, özel televizyonlar; dünyanınkine ise Berlin Duvarı’nın yıkılışı, Körfez Savaşı, George W. Bush, internet ve daha neler neler sığacaktı. İşte o doksanların ne gibi değişimleri ifade ettiğini hem de o yılların bilfiil içinden geçerken anlamak isteyenler için birebirdi Cilalı İmaj Devri. Cunta yıllarında işkence gören oğlu için hiçbir ayrıcalık talep etmeyen Hasan Esat Işık’a selam göndererek başlayan kitabın ilk cümlesi de çok açıktı: “80’li yılların ortalarından 90 küsurlara uzanan süreçte, Türkiye gerçekten çok değişti”.

Bu değişimi İbrahim Tatlıses’ten Mustafa Denizli’ye, Zafer Mutlu’dan Sezen Aksu’ya bir dizi önemli ‘star’ üzerinden anlatan Kozanoğlu’nun ilk kitabının, okumuş adamların futboldan bahsetmesinin hiç de o kadar ‘in’ olmadığı zamanlarda yayınlanan ‘Bu Maçı Alıcaz’ olduğunu öğrenmek beni şaşırtmış, ama bu iki kitaba da hâkim olan üslubu 1995 tarihli ‘Pop Çağı Ateşi’nde de görmek hiç şaşırtmamıştı: yazar bazıları oldukça tatsız olan durum ve konuları tatlı tatlı anlatıyor ve okuyanı arada bir çok güldürüyordu. Ve bence, içten içe, umutsuz olmamaya gayret ediyordu. ‘Pop Çağı Ateşi’nin önsözünü bitirirken mesela: “Önemli olan, geleceği kaç elin ve yüreğin, kaç ‘oy’un değil, kaç ‘el’in ve yüreğin belirleyeceği. Ne kadar el, ne kadar yürek, o kadar umut.. ‘Linç adaleti’nin ölüm aşkıyla kaşınan elleri, ölüm aşkıyla yanan yürekleri değil ama; muhabbetli günlerin hayat aşkıyla yaratan, hayat aşkıyla çarpan yürekleri…”

1997’de ‘İnternet, Dolunay, Cemaat’; 2001’de ‘Yeni Şehir Notları’ ve 2005’te de ‘Acemi Eğitimi’ kitapları yayımlandı Kozanoğlu’nun. Hepsi de güzel kitaplardı. Sonra 10 yıllık bir suskunluk. Sebebini bir söyleşisinde çok güzel anlattığı, galiba biraz küskünlükle, kırgınlıkla da karışık bir suskunluk. Ve sonra, ‘Yalan Yıllar’.

Geleneği bozmadım, bu kitabını da biraz gecikmeli olarak okumaya başladım. O kadar iyi geldi ki ve o kadar iyi ki, anlatamam. Medya sektörü, romancılık hayalleri, entelektüel alemler, sürekli bir kendiyle dalga geçme hali, kıskandırıcı kıvraklıkta bağlantılar ve bu sefer hem daha da çok güldürmeyi, hem de zaman zaman ağlatmayı bazen aynı sayfa içinde başarabilen bir ustalık seviyesi.

Bir tek itirazım var: kitabın içinde de, arka kapağında da yer bulan ‘başarısızlık hikâyesi’ hikâyesine. Kastedilen şeyin tam da bu olmadığını, kendinle mücadele duygusunu, hepsini anlıyorum ama, yine de söylemeden edemiyorum bunu - şu kitapların herhangi birini yazmış olmak bile çok değerli çünkü. Ve Can Kozanoğlu’nun bizi bir on yıl daha sözünden mahrum bırakmaya hakkı yok.

Yalan Yıllar’ı okumanızı hararetle öneririm.