Google Play Store
App Store
Yalancı bahar

Politika Kolektifi  

Siyasal İslamcı rejim, çöküşünü şimdi de Şam’ın “fethi” ile örtmeye çalışıyor. Yaratılan yalancı bahar havasını arkasına alıp SMO güçlerinin askeri hareketlilik ekseninde yelkenlerini şişirmeye çalışıyorlar. Rejim kuşkusuz ki bu Suriye’de yaşanan gelişmeleri çöken iktidarını ayakta tutmak için bir fırsat olarak görüyor Belli ki çok önceden ABD tarafından Suriye’deki operasyonla ilgili bilgilendirilmiş, görevler de tanımlanmış. Bu görevlendirilmelere paralel olarak da içerde Kürt açılımı başlatıldığı anlaşılıyor.

***

Tüm bunlar Saray’da yapılan hesap. Bu hesabın sahaya uyması öyle kolay gibi görünmüyor. MİT Başkanı İbrahim Kalın, Emevi Camii'nde namazı kılarken, Şam’ın 20 km yakınlarına kadar gelmiş İsrail işgali hakkında tek kelime edemiyor. CIA ve MI6 tezgahlarında yetişip El-Kaide’den geçerek şimdi Şam’da rejim lideri olarak parlatılan Golani de asıl hedef olarak İran’ı açıklarken, İsrail söz konusu olduğunda savaşma tercihlerinin olmadığını söylemekle yetiniyor. ABD ise SMO eliyle Kürt siyasetine yönelik hareketin sınırlarını kesin biçimde çizmek üzere bir kez daha harekete geçti. Dışişleri bakanı A. Blinken ziyaret sonrası yaptığı açılamada Türkiye’ye biçilen role dair detay vermese de SDG komutanı Mahsun Abdi’nin “Dostlarımız aracılığıyla Türkiye ile görüşüyoruz” demeci meseleyi açıklamaya yetiyor.

Parçalanmış bir Suriye içinde başlayan pay kapma yarışı elbette bir süre daha sürecek. Sürecin daha şiddetli iç savaşları körükleme ihtimali de her zaman var olacak. Dolayısıyla geçiş sürecinin kolay olması asla beklenmemeli.

Her şeyden önce parçalanmış Suriye içinde bir kurucu siyaset ve güçten söz etmek mümkün değil. Her ne kadar sakalını kısaltıp, sarığını çıkartan CNN’de parlatılan Golani’nın ağzından “çoğulculuk, farklı kimliklerin bir aradılığı” türünden hoş laflar çıksa da sahanın dinamikleri başka şeyler de söylüyor. Kazındığında altından bir cihatçı barbarlıktan başka bir şey çıkmayan HTŞ üzerinden bir yönetim kurulması bu nedenle çok mümkün görünmüyor. Kürt hareketinin ise ABD desteğiyle, Fırat’ın Doğusundaki bir alanda özerklik kazanımı ilk hedef gibi duruyor.

Siyasal İslamcılık üzerinden, Ortadoğu’da bir model oluşturmak için Mısır’da Müslüman Kardeşlerden başlayıp AKP’ye uzanan hegemonya çabası çok önce dağıldı. Cihatçılar bugün fetih üzerinden bir dalga yaratsalar da bunun Suriye ve bölgede kapsayıcı bir iktidar modeline dönüşmesi artık imkansız. Sonuçta ortaya ABD’nin enerji geçiş hatlarını ele geçirdiği ve İsrail’in de güvenliğinin sağlandığı yeni bir Ortadoğu düzeni var. Bu düzen aynı zamanda parçalı ve istikrarsız bir coğrafyayı ortaya çıkardı.

Türkiye’nin buradaki rolü ise ne yaparsa yapsın kendi içinde de her zaman dağılmaya mahkum cihatçıların etki alanı kadar olacak. Öte yandan da Rusya ile uzun zamandır sürdürülen denge politikasının dağıtılmış olmasının da etkilerini önümüzdeki dönemde görmeye devam edeceğiz. Astana masasının Türkiye tarafından adeta, ABD planı doğrultusunda cihatçıların güçlendirilerek Suriye yönetiminin altının oyulmasının önümüzdeki dönemde Rusya ile ilişkilerde ciddi etkileri görülecektir.

***

Asıl önemlisi ise Tek adam rejiminin altında nefes dahi alamayan insanların, bir cihatçı çapulcu sürüsünün Şam’ı fethetmesi üzerinden, rejimin arkasına dizileceği beklentisidir. Oysa çok açık ki Türkiye’nin iç dinamikleri asla buna izin vermez.

AKP özellikle de 15 Temmuz sonrasında, cemaat ve liberal ittifakın dağılması, Kürtlerle açılım sürecinin sona ermesinin ardından Suriye merkezli yeni bir ittifak üzerinden ilerliyor. MHP ile kurulan yapı, Suriye’de Kürt özerkliğinin engellenmesini temel alırken, ÖSO’ya uzanan cihatçı ittifakı ve Esat karşıtlığı da bu temele dayandırıldı. Saray rejimi, şimdi Esat’sız yeni bir dönemde, Öcalan üzerinden bir uzlaşma kapısı aralarken rejimi tamamlayacak yeni bir düşman ihtiyacı da açığa çıktı. Bu arayışın ilk adresi grev yasaklarıyla kendini gösteren toplumsal muhalefet karşıtlığı olacağı çok açık. Bu aynı zamanda izlenmeye çalışılacak ABD güdümlü cihatçı dış politika ekseni üzerinden bir milli mutabakat politikası ve ona bağlı iç cephenin tahkimatı etrafında önemli olacak.

Kuşkusuz ki muhalefetin durumuna bakınca belli bir karamsarlıktan söz etmek mümkün.  CHP’nin ABD ve İsrail güdümlü cihatçı dış politikaya yönelik tek bir eleştiri dahi getirmeden, Suriye’de demokratik bir geçiş temennisine sıkışmış siyasetsizlik egemen. DEM Parti ise Bahçeli’nin açtığı kapıdan Suriye’ye uzanacak bir barış beklentisi içinde adeta uyuşturulmuş durumda. DEM içinden bir ucu da Erdoğan’ın başkanlığına uzanacak Suriye’den başlayan bir ittifak yönündeki kimi görüşlerin büyük yanılgı olacağını bir kez daha hatırlamakta fayda var…

***

Ama Türkiye’de tüm geleceği partilere bağlamak büyük yanılgı olur. Bugün muhalefet partilerinin tabanları dahil toplumsal kesimlerin çok önemli bölümü tüm yaşananlar esas alındığında Erdoğan’ın karşısında durmaya devam ediyor. Tüm bu tantanaya rağmen iktidar toplumu ikna edici bir noktaya gelmiş durumda değil.

Yaklaşık 10 yıldır siyasete partiler değil toplumsal muhalefetin dizilişi yön tayin ediyor. Bugün de durum çok farklı değil. Toplum içerisinde ABD-İsrail çizgisinin Ortadoğu’daki egemenliğini ve Türkiye’ye biçtiği rolü reddeden bir çizginin karşılığı hala çok yüksek.

Emperyalizme, BOP’a, içeride otoriterleşmeye, yoksulluk ve sefalet düzenine yüksek sesle gerçekleşecek itiraz, ortalığı kaplayan boş gürültüyü çok çabuk bastıracak güce sahip. Bütün bunların başarılması ise tüm muhalefetin, iktidarın her tür aldatmacası ve baskısına karşı duracak birlikte mücadeleleri geliştirerek, bu rejimden kurtulmayı merkeze alacak bir siyasal tutumun adım adım güçlenmesiyle mümkün olabilecek.