Vergisini, borcunu gününde ödeyenlerin alnına ücretsiz olarak “Enayi” dövmesi hediye ediyorum. Seçimler yaklaştıkça neredeyse herkesin altına S500 çekme derdine düşen idarecilerimiz, normalde bir bakkalı bile yönetemeyecek, iki ayda batıracak tıynette idarecilerimiz varken bugünlere kadar ölmeden geldiğimize şükretmemiz gerekiyor neredeyse. Hayatta kalmayı yaşamak sanan bir halk haline geldik geçtiğimiz yıllarda. Her gün biraz daha sefilleşirken, bir kesim de “Huzur içinde denize girebilmek için” yatlar alabiliyor. Bir yandan ballı, geçiş garantili, uçakların kalkmadığı havalimanlarının yolcu garantilerini vakumlayan tayfa…

***

Bir yandan kararnamelerle aman milli güvenlik bozulmasın diye işçilerin grev haklarını 60 gün süreyle yasaklayan yönetim, bir yandan gittikçe daha da komik olmayan karikatürize karakterler haline dönüşen ilginç bakanlar derken iyice sütlaç gibi olduk. İnsanı aptal yerine koyma terimi hiç bu kadar değersizleşmemişti. Her gün yüzümüze sırıta sırıta yapılan tuhaf, mantık dışı açıklamalar ve birbirinden anlamsız kararlarla hayatlarımız bir bataklığın içinde santim santim gömülüyor, her geçen günümüz bir öncekinden daha kötü olmaya başlıyor. Yerli ve milli cehennem böyle bir şey olsa gerek. Vatandaşını değil yandaşını düşünen, kendisinden başka hiç kimseyi dinlemeyen, gün gelince de kendi dedikleriyle taban tabana ters düşen şizoid tavırlar içinde, halk neye, kime ya da hangi gerçekliğe uyum sağlayacağını anlayamamış olarak, rüzgârdaki kurumuş bir yaprak gibi sağa sola sürükleniyor.

Daha önce liderini peygambere benzeten vekilimiz, "2023’te kullanılacak oyların hesabını, kılınmayan namaz, gidilmeyen hac, tutulmayan oruçtan daha fazla vereceksiniz” de demişti. Şimdi kalite tesadüf değildir diyoruz ve son açıklamasına geliyoruz. Kendisi 70 yaşında bir milletvekili. 68 yaşındaki lideri için “Ağabey” demekten çekinmiyor. O kadar saygılı, o kadar hassas bir vekil… Bazı yöneticilerimizin yıllar içinde bazı kelimeleri doğru dürüst söyleyememelerine artık alıştık. Program yerine puroğram, demokrasi yerine demokraasi, Amerika yerine Amarika diyen türlü türlü idareci ve vasıfsız yönetici tanıdık, gördük. Yabancı kelimeleri bunun dışında tutuyorum. Kimse Netflix’in nasıl okunması gerektiğini bilmek zorunda değil. Ama kendi dilinde de iki üç kelimeyi doğru söyle bari kardeş. Bizim bu az önceki saygılı vekilimiz de Ukrayna diyemiyor… Bir ülkenin adını yanlış söylemek de be bileyim artık vekil mertebesinde yaşanmasın. Hani kimse de kendisini uyarmamış “Vekilim Ukranya ya da Urkanya değil, Ukrayna onun doğrusu” dememiş herhalde. Hani şarj yerine şarz demek artık kanıksandı ya, herhalde öyle bir vazgeçmişlik. Ama sonunda şemsiye dönüp dolaşıp ucunu bize doğrultuyor (ona da şemşiye diyorlar).

***

Konuşamayan, yazamayan bireyler tarafından idare edilmek, kısıtlanmak ve daha kötü bir hayata mahkûm olmak, düz bir vatandaş olarak biraz gücüme gidiyor, ne yalan söyleyeyim. Sonuçta en azından konuşabilen insanlara kızmak istiyorum. Şimdi iki kelimeyi bir araya getiremeyen bir bireye nasıl kızayım? Daha derdini ifade edemiyor.

Son açıklaması da vekilimin yine beni benden aldı. Çünkü Ukrayna’yı filan doğru söyleyemedikten sonra diyor ki “Yani ayakkabısını elimizle yalamamız lazım. Bunları şey olsun diye söylemiyorum ya!”... Onca yıldır kendi çapımda bir şeyler yaşamış ve yalamış bir insan olarak, bir kez daha hayrete düştüm bu açıklama karşısında. Ayakkabıyı nasıl elle yalayacağız diye düşüncelere gark oldum. Ayakkabı yalamak, ayakkabısını yaladığımız kişinin ne işine yarayacak, onu da ayrıca merak ediyoruz. Ya da ayakkabıyı elle yalamak isteyen birey bunu zevk için mi yapmaktadır? Ayakkabı elle nasıl yalanır? Önce elimizi yalayıp, sonra ayakkabıyı mı alazlayacağız? O ellerle sonra kimlerin elleri sıkılacak? Eller günahkâr, diller günahkâr mı?