Deprem sadece yer kabuğunu, binaları ve bedenleri değil, ruhları da yarıp geçti. Travma, Latince yara demek; yaralar içindeyiz... Küçük bir kızın enkazdan kurtarılırken "Annemi de kurtarın!" sözü zihnimde yankılanıp duruyor hâlâ... Ve bütün bu görüntüler, Marmara Depremi’nden Van ya da İzmir depremine kadar bir dolu sahneyi de dün olmuş gibi gözümün önüne getirdi. Sadece depremi yaşayanlar değil, sosyal medyada ya da televizyonda deprem görüntülerini çaresiz izleyenler de bu travmayı kişilik yapılarına göre farklı düzeylerde deneyimledi, deneyimliyor. Zihnin de bir tür derisi var çünkü, ve o deri delindi ya da zaten delinmiş ve üzeri yamayla kapatılmışken yeniden açıldı. Bu topraklarda yaşayanların ruhları zaten kuşaklar boyu delik deşik, yamalarla doluyken... Yaşadığımız sorunların nedeni de gerçekliği bozan o yamalar değil mi?

DENGE

Zihnin derisi, dengeyi sürdürebilmek için bazı şeyleri içeri alıp bazı şeyleri dışarıda bırakarak koruyucu bir işlev görür. Travma, o derinin delinmesi ve dengeyi bozacak şekilde içeriye fazla uyaranın alınması anlamına gelir. Karın ve molozların altında, soğukta çaresizce bekleyen yüzlerce, binlerce insanın olduğunu düşünmek, her şeyin dengesini bozar, bozuyor. Böyle bir durum, bireyin zihninde aşırı bir kargaşa yaşamasına neden olur. Çaresizlik, korku, yalnızlık, umutsuzluk, öfke, kaygı... Karın yağışını izlerken Gülten Akın’ın şu dizeleri geçiyor aklımdan: "Dam çökecek, bir kırık nal, iki gözboncuğu getirin / Muska nerde? En’am nerde? Siz neredesiniz? / (Gece) kara gece, gaz, kibrit, pencere / Yoksa dam çöktü mü? Ölmeden önce mi öldük biz? / (Sessizlik) / Yalnız ölülerin sesleri dağlarda / Kar kar".

İNKÂR

Travma yaşayan biri, çoğu zaman yaşadığı şokun etkisiyle durumun vehametini inkâr eden bir tutum içinde olur. İnkâr, kişiyi dünyanın temel iyiliğine olan güveninin parçalamasından korur bir süreliğine. Ama zihninin içinde şöyle bir soru yankılanıp durur: "Bu korkunç olayın olmasına kim izin verdi? Neden bu başıma geldi?" Dünyanın öngörülebilirliğine ve kişinin hem iç hem de dış iyi nesnelerinin koruyucu işlevine olan inancının kaybı, kaçınılmaz olarak kötü nesnelerin gaddarlığı ve gücü hakkındaki korkuların yeniden canlanması anlamına gelir.

DAYANIŞMA

Asıl tehlike, zihnin mekanizmasının işleyişindeki bozulma değildir, bu bozulmanın bir sonucu olarak anlamın çöküşüdür; iyi nesnelerin sağladığı korumaya olan inancın başarısızlığı... Dayanışma ve psikolojik destek, tam da bu açıdan elzemdir; travma yaşayan kişi sadece battaniye ve sıcak çorbaya değil (ki onlar da elbette çok önemli), yalnız olmadığına inanmaya, acısının paylaşılmasına ve anlaşılmaya ihtiyacı var. Dayanışmayla ortaya çıkan o iyicil güç, kişinin dünyaya yeniden inanmasına neden olup travmanın verdiği o psişik acıyı hafifletebilir.

ANLAMSIZLIK

Yamalı ruhun savunma mekanizmalarından biri de, riskleri küçümsemektir, inkârdan farklı olarak. Günümüzde uyuşturucu kullanımındaki artış bile, kişinin kısıtlayıcı ya da yargılayıcı olarak algılanan bir nesneye karşı meydan okuması olarak görülebilir. Depremi inkâr ya da riski umursamama da benzer bir meydan okumayı işaret ediyor. Bu acımasız gerçeklikte içsel yaşam güçlerinin ölüme karşı üstün gelebilmesinin tek yolu dünyaya yeniden inanmaktan geçiyor, başka çaremiz yok... Kişinin kendisini anlamlı bir bütünün parçası olarak hissedebileceği bağlantı, duygusal temas ve dayanışmayla birlikte kendi içindeki iyi nesneleri yeniden bulabilmesi, ruhundaki yamalardan kurtulup yeni bir deriye kavuşması mümkün...

Şimdi üşüyor ve kanıyor yamalı ruh...