Google Play Store
App Store

Tacizci ve tecavüzcü, klinik düzeyde narsisist ve mitoman olduğu bilinen birini yeniden başkan seçtikleri 5 Kasım’dan bu yana, Amerikan halkının cehalet ve aptallığıyla ilgili internette dolaşan şaka ve fıkralarda müthiş bir artış var. Örneğin: “Amerika Birleşik Devletleri’ndeki akıllı insanlara ne denir? Yanıt: Turist.” Ya da, örneğin: “Aptallık nerede yaşar? Yanıt: Kanada-Meksika sınırında!”

‘Amerikan cehaleti’ denilen bir olgu gerçekten var: Yıkadığı köpeği kurutmak için hayvancağızı mikrodalga fırına koyup öldüren, haritada kendi ülkelerinin, hatta Kuzey Amerika kıtasının yerini bile gösteremeyen insanların ülkesinden söz ediyoruz. Bir ankete göre güneşin dünyanın etrafında döndüğünü sananların oranının yüzde 20 olduğu, nüfusun yüzde 55’inin Hıristiyanlığın anayasada yazılı bir şey olduğunu sandığı, küresel ısınmadan COVİD-19’a dek pek çok olgunun gerçekliğini şaşırtıcı derecede inatçı bir aptallıkla reddeden...

Pardon... Bunları yazarken birden kendimi Türkiye’den söz ediyormuş gibi hissettim, çünkü bu ne yazık ki insanlığın ortak paydası olan bir cehalet ve aptallık durumuna dönüştü. Diyelim ki Mormon mezhebinin saçma bir inanışından söz ediliyor, çok rahatlıkla kendinizi şöyle derken bulabilirsiniz: “E, bizdeki Cübbeli de bunu söylüyor?!”

Yine de, özellikle uzay araştırmaları ve bilgi-işlem teknolojilerinde o kadar ileri bir ülkenin halkının bu denli cahil olması insanı şaşırtıyor. “Siz uzay ajansı kurup ilk iş olarak çay ocağını düzenleyen, inanılmaz paralar harcayarak uzaya gönderdiği turisti halkına astronot diye satan ülke değil, o ülkeye uzay aracında koltuk kiralayan ülkesiniz, kendinize gelin!”

Ama bu cehalet ve aptallık meselesi gerçekçi bir açıklama olsa bile, Trump gibi birinin yeniden başkan seçilmesinin nedenleri arasında ancak son sıralarda gelir.

∗∗

Trump’ın Mart 2023’ten bu yana yaptığı pek çok konuşmada diline doladığı, ilginç bir şehvetle söz ettiği bir film karakteri var: Hannibal Lecter.

“Kuzuların Sessizliği. İzlediniz değil mi, Kuzuların Sessizliği’ni? Rahmetli Hannibal Lecter, ne harika, ne yüce bir adamdı! Biliyorsunuz, arkadaşlarını yemeğe davet etmeyi çok severdi. Akıl hastanesinde kalıyordu.”

Youtube’daki videolarda görebilirsiniz; çok sayıda mitingde, çoğunlukla aynı sözcükleri aynı sırayla kullanarak Hannibal Lecter’ı anımsatıyor taraftarlarına. Bu konu son bir yıldır Amerikan medyasında epey tartışma konusu yapıldı: Trump, Hannibal Lecter’ın bir film karakteri olduğunu bilmiyor muydu ki, ondan hep gerçekten yaşamış bir insan gibi söz ediyordu? Trump filmle gerçeği birbirinden ayırt edemiyor muydu? Trump, neden her seferinde yamyam bir karakteri “Rahmetli’ (late), büyük adamdı” diye anıyordu? Bu konuşmaların bazılarında “Rahmetli, büyük aktördü” demesi, karakterle onu oynayan oyuncuyu birbirine karıştırdığı, ikisini de ölü sandığı -oysa Anthony Hopkins hâlâ yaşıyor, Hannibal Lecter ise filmlerin ve romanların hiçbirinde ölmüyor!- anlamına mı geliyordu?

Sonunda, dünyanın en güçlü ülkelerinden birinin başkan adayının bu tuhaf sayıklamaları konusunda en mantıklı açıklama, konuşmasının son tümcesinde vurguladığı bir sözcük üstünden yapıldı: Akıl hastanesi (mental asylum).

Trump, Lecter karakterinin kapatıldığı akıl hastanesine gönderme yaparken, Venezuella’dan kaçarak ABD’ye sığınan politik mülteciler başta olmak üzere, ‘iltica başvurusu’nda (seeking asylum) bulunan göçmenlerin tehlikeli suçlular olduğunu söylemeye çalışıyordu. Bunu bilinçli mi yapıyordu, yoksa ‘asylum’un farklı anlamları olduğunu bilmiyor muydu? Trump’tan ve onun mesih olduğunu düşünecek kadar fanatik taraftarlarından söz ederken önemini yitiren bir soru bu...

Radio France’taki bir açıklamadaysa, yamyam Lecter’ın Trump için bir ‘madeleine de Proust’ olabileceğini duydum. ‘Madeleine de Proust’, Proust’un Kayıp Zamanın İzinde adlı devasa yapıtından üretilmiş bir kavram: Romanın anlatıcısı, çaya bandırarak bir lokma aldığı madlen kekinin tat ve kokusu sayesinde çocukluğunun güzel günlerini anımsar.

Buna göre Trump, tıpkı Devlet Bahçeli’nin ‘arasına lokum sıkıştırılan püskevit’ten söz etmesi örneğindeki gibi bir haz arayışıyla, kendisini dergi kapaklarında ve TV ekranlarında görmeye başladığımız yılları (1980-1990lar), ortaya bugünkü Trump’ı çıkaracak zamanları anmaktaydı. Mitinglerinde sürekli o yılların şarkılarının çalınmasıyla, bu mitinglere konuk olarak katılan -örneğin Hulk Hogan- ünlülerin altın çağını o yıllarda yaşamış olmasıyla birleşince, epey mantıklı bir açıklama bu...

Bunların hepsini neo-liberalizmin tarihsel gelişim ve krizleriyle birleştirdiğimizde ortaya çıkan sonuç, Trump’ın Amerikan halkının cehaletiyle değil, neo-liberal sömürüyü durduracak toplumsal güçlerin henüz yeterince olgunlaşmadığı bir dünyanın hırsla kavrulan aklı sayesinde yeniden başkan olduğudur; RTE’yi, Putin’i, Orban’ı, Netanyahu’yu seçen yamyam akıl sayesinde...