Yapay zekâ birçok felsefi, etik tartışmaya da gebe… İster ulaşım ve kent planlamasında kullanılsın, ister bilim alanında yapay zekâ kullanımının etik bir boyutunun olması kaçınılmaz.

Yapay zekâ tartışmalarından günlük politikaya: Japonya notları

Meriç Kırmızı

Mart başında bir araştırma için Japonya’nın Saitama kentine gelmeden önce maske takmayı sürdüren tek tük kişiden biriydim ve maskeyi ne zaman bırakacağım sorularına yanıt vermekten yorulunca çareyi topu Japonlara atıp ve “Japonlar ne zaman bırakırsa ben de o zaman bırakacağım” diye kestirip atmakta bulmuştum.

Şimdi Dünya Sağlık Örgütü’nün koronavirüsü acil halk sağlığı sorunu olmaktan çıkarma kararıyla ilgili haberi okuyunca bir süredir aralarında maskesiz insanlar da görmeye başladığım Japonlar ne yapacak diye merakla bekliyorum. Maskeye pandemi öncesinden de alerjileri ya da öteki nezle, grip türü hastalıklardan da alışık olan Japonların maske dışındaki kentsel mekân kullanımına ilişkin teknik düzenlemeleriyse gerçekten övgüye değer ve maske kullanımı azalsa da bu yeni düzenlemeler sürecek gibi görünüyor, çünkü artık gündelik yaşamın birer parçasına dönüşmüş durumdalar. 

Bunlar yalnızca üniversite yemekhaneleri gibi kalabalık toplulukların topluca yemek yediği yerlerdeki yer göstergeleri ve düzgün sıra olmak için konulan engeller, masalarda bireysel kübikler oluşturan saydam ayırıcılar ve kasa görevlilerini müşterilerden ayıran saydam plastik perdelerle sınırlı da değil. Özellikle ödeme işinin marketlerde ve buranın bakkalı diyebileceğimiz zincir dükkânları olan “konbini”lerde artık alışverişi yapan kişinin kendisinin çalışanların yönlendirmesiyle yaptığı bir işe dönüştüğü gözlemleniyor. Kişi aldığı ürünleri ister market çalışanı bilgisayara okuttuktan ve toplam ederini söyledikten sonra kasa çevresindeki makinelerde kendisi ödüyor ya da hiç çalışan yardımı olmaksızın hem ürün barkodu okutma hem de ödeme işini bir makinede kendisi yapıyor. Marketlerde genelde iki olanak da bulunuyor, ama azaltılan seçenek eski biçimde çalışan ve müşteri arasındaki para alışverişinin olduğu klasik ödeme yöntemi… 

Koronavirüsün etkisini daha çok gösterdiği dönemde ana amaç hijyenik olmayan elden ele para değiş tokuşunu azaltmak olmuş olmalı. Ancak şimdi de bu kişisel ödeme yönteminin süreceğini öngörmek olanaklı ve George Ritzer’in 1990’ların başlarında adını koyduğu toplumun McDonaldslaştırılmasıyla başlayan kişisel hizmet (self-service) anlayışının bir uzantısı olarak düşünülebilir. Bu sosyolojik olguya günümüzün yapay zekâyla ilgili tartışmalarını da ekleyebiliriz. Örneğin, yapay zekâyla birlikte önümüzdeki yıllarda yok olacak işkollarından söz ediliyor. Özlem Yüzak’ın yazıları ve Herkese Bilim Teknoloji dergisi sıklıkla bu konuları ele alıyor. Rutin hizmet işlerinde insan gücünün payının azalacağı düşünülüyor. Marketlerden başlayarak yaşamımıza giren ve genci yaşlısı hızlıca ayak uydurduğumuz bu kişisel hizmet modelleri bunun basit bir örneği sayılabilir, çünkü market çalışanı sayılarını giderek azaltacağını varsayabiliriz. 

Yapay zekâ birçok felsefi, etik tartışmaya da gebe… İster ulaşım ve kent planlamasında kullanılsın, ister bilim alanında yapay zekâ kullanımının etik bir boyutunun olması kaçınılmaz. Geçen gün felsefe bölümü öğretim üyesi bir arkadaşım çevrimiçi sınavlarda öğrencilerin bu türden kopyacılık yöntemlerine başvurmasından çekindiğini dile getiriyordu.

İtalyan coğrafyacı Federico Cugurullo Frankenstein Urbanism başlıklı kitabında kent yönetiminde kullanılan akıllı düzeneklerin denetiminin elden çıkmasıyla bir tür Frankenstein’a dönüşebilecekleri riskine dikkat çekiyor ve bu türden teknolojilerin kullanımının insanlığın aydınlanma süreci kazanımlarıyla denetlenmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Burada yaptığım doktora sonrası araştırmanın görüşmelerini çözümleme aşaması öncesinde yazıya aktarma işi için destek aradığımda birçok profesörün bana yapay zekâ programlarını önermesi de toplumsal yaşamda güçlenen bu robotlaşma eğilimini doğruluyor. Şimdilik gücüm ve zamanım elverdiği sürece Japonca görüşmelerimi kendim yazıya aktarıyorum, çünkü olası bir sorunda karşımda bir ilgili bulamamak düşüncesi beni rahatsız ediyor.

Birkaç gün önce, yani buranın Golden Week dedikleri resmî tatil günlerinden birinde T.C. Tokyo Büyükelçiliği’ne giderek oy kullandım. Sabah gittiysem de elçiliğin önündeki kaldırımda birkaç blok boyunca uzayıp giden bir kuyruk oluşmuştu bile. Caddeye polis araçları da park etmiş, Japon polisler ve elçilik çalışanları oy kullanmaya gelen insanları ellerinden geldiğince yönlendiriyorlardı. Sıraya girip, yaklaşık bir saat bekledikten sonra içeri girebildim. Neyse ki önümde bekleyen genç Türk baba ve üç yaşındaki Türk-Japon oğluyla hoşbeş edip çocukla oynayınca zaman çabuk geçti. Sonuçları hep birlikte göreceğiz, ama Cugurullo’nun yukarıda andığım uyarı niteliğindeki kitabında söylediği gibi, aydınlanmanın aklının kazanımlarından insanlığın öyle kolaylıkla vazgeçmediği bir dünya ve artık daha çok gecikmeden, daha önce Atatürk’ün önünü açtığı bu dünya umuduna Türkiye’nin de yeniden kavuştuğu yeni bir dönemin başlangıcı olacağına güveniyorum. Özellikle, önümde beklemekten yorulan küçük çocuğuyla uzun bir süre sıra bekleyen genç babanın kararlılığını gördükten sonra…