Google Play Store
App Store
Yapıyor çünkü yapabiliyor!

Bahçeli dün, DEM Partililer ile tokalaşmasından “iktidarın Kürt sorununu çözme yolunda adımlar atacağı” anlamını çıkaranları hayal kırıklığına uğratacak bir açıklama yaptı. Elini yeni bir çözüm süreci için uzatmadığını belirten Bahçeli, “Devlet terörle masaya oturmaz” dedi ve DEM Parti’ye “Uzattığım eli sabote etmeyin, aklınızı başınıza alın” mesajını gönderdi.

Kendi açıklamasına bakılırsa, Bahçeli elini “milli beraberlik, kardeşlik ve kaderdaşlık” amacıyla uzatmış. Hamlesine gerekçe olarak ise İsrail’in bölgedeki saldırganlığını gösteriyor. Bahçeli, “MHP, hem içimizde hem de dışımızda barış havasının egemen olmasını iliklerine kadar arzulamaktadır” demekle kalmadı, PKK lideri Öcalan’a da şu çağrıyı yaptı: “Türkiye’ye getirilirken, ‘her türlü hizmete hazırım’ diyen teröristbaşı, buyursun terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin.”

Yani özetle Bahçeli’ye göre ortada iki tarafın oturup konuşması gereken bir mesele yok. Bir tarafta “terör”, diğer tarafta da “devlet” var. Şimdi devlet, esasında Cumhur İttifakı, diğer tarafa çağrıda bulunuyor; diyor ki “Ben seni bir irade olarak muhatap görmüyorum ama sana, benim himayeme girme şansı veriyorum.” İktidar bununla birlikte Kürt hareketine somut adım bekleyerek süreci tıkamama öğüdünde de bulunuyor. “Siz hele şu elin kıymetini bilin, bizim de elbet gönlümüzden bir şey kopar” rolü kesiliyor. Hatırlanırsa, Erdoğan’ın talimatı üzerine kamuoyunu bilgilendiren A Haber muhabiri Rüya Hanım’ın sözleri de tam olarak bu kapıya çıkıyordu.

Şimdi ne olup ne bitecek, burası önemli. Kürt hareketi içinde uzatılan ele cepheden bir karşı çıkıştan ziyade diyaloğa açık, temkinli de olsa iyimser bir bekleyiş söz konusu. Son günlerde Erdoğan-Bahçeli hattından gelen “Fazla havaya girmeyin” mealindeki açıklamalar ve Diyarbakır’da DEM Parti’nin mitinginin yasaklanması hoşnutsuzluk yaratsa da temelde bu kanıyı değiştirmemişe benziyor.

DEM Parti’nin dünkü grup toplantısında konuşan Tuncer Bakırhan, “Bir elinizi uzatırken diğer elinizle tehdit savurmayın” sözleriyle iktidarın tutarsız davranışlarından şikâyet etti. Bahçeli’ye de “Madem Öcalan’a çağrı yapıyorsunuz o zaman tecridi kaldırın, ne dediğini duyalım” karşılığını verdi. Bakırhan bununla birlikte “'Kürtler iktidarla anlaştı' diyenler oluşabilecek diyalog zeminleri önüne bariyer koyarak bu ülkenin çözümsüz bir şekilde bu biçimde devam etmesini istiyorlar” sözleriyle de diyaloğa açık tutumlarının altını bir kez daha çizerek “İktidarla masa oturmayın” diyenlere yüklendi.

Tokalaşma hadisesinden sonra süreç görünürde pek sıcak ilerlemiyor. Taraflar bir yandan kitlelerini konsolide edip genel kamuoyuna meramlarını anlatırken diğer yandan da birbirlerini tartmaya çalışıyor. Ancak siyasette her detay görünür hale gelmeyebiliyor. Başka bir deyişle görünenler meselenin tümünü anlatmayabiliyor. Dolayısıyla konuşulmakta olanı değerlendirirken bu gerçeği akıldan çıkarmamak lazım.

Tüm bu olan bitenler bize tek bir şey gösteriyor. En kırılgan döneminde bile Erdoğan’a yeni hamle fırsatları yaratan zemini, Türkiye’de muhalefet partilerinin rejimi “sorunun kaynağı” olarak değil öyle ya da böyle “çözümün adresi” olarak gören siyasi perspektifleri sağlıyor. Mevcut düzen, değiştirilmesi gereken bir yapı olarak nitelendirilip mücadele bu hatta oturtulmadığından, iktidarın hegemonyasını sarsacak bir denklem de geliştirilemiyor. O nedenle rejim, ülkedeki çok boyutlu sosyal ve ekonomik kriz karşısında köşeye sıkışmadığı gibi, kendi hedeflerine ulaşmak için yeni politikalar tesis edebiliyor, farklı taktikler geliştirebiliyor. Örneğin “İsrail bize saldıracak, sırada biz varız” lafını ortaya atıp ipin ucunu 100 bin lira kredi kartı limiti olandan “savunma vergisi” almaya bağlayabiliyor. Yapıyor çünkü yapabiliyor!

Ekonomik olan politik, politik olan ekonomiktir. İktidarın anaakım siyasette meşrulaştırdığı sağ hegemonya, halkın sırtına ek vergi olarak geri dönüyor. Oysa milyonlarca insan tarihin en ciddi geçim krizlerinden birini yaşarken, gündemde olması gereken tartışma savunma sanayiine yurttaşın cebinden para aktarılması değil, mevcut bütçeden savunmaya giden payı sosyal harcamalara yönlendirmek olmalıydı. Fakat anaakım siyasette ne bunu sağlayacak akıl ne de irade var.

Bugün AKP’nin dayattığı ideolojinin ana sütunlarını, uzlaşılan “kutsal” kaidelerini ve etik değerlerini sorgulamayan bir anlayışın, topluma bir gelecek vizyonu sunması imkânsız. İktidar tüm anti demokratik karakterine ve yarattığı yıkıma rağmen hâlâ ülkeyi “çözüm süreci olacak mı olmayacak mı” diye bir tartışmanın içine çekebiliyorsa büyük oranda bu yüzdendir.

BİR DÜŞ

BirGün’ün 20 yıllık özgün hikâyesi belgesel oldu. Sermayeden, egemen ilişkilerden bağımsız, halktan yana bir gazeteciliğin var olabileceğini kanıtlayan, üstelik bunun herkes tarafından takdir edilen mesleki başarılarla birleştirilebileceğini gösteren gazetemizin yolculuğu belgesele konu olmayı fazlasıyla hak ediyordu. Çünkü 20 yıl önce “Bir gün mutlaka” diyen ve sadece kendi öz gücüne güvenerek ilk adımı atanların başlattığı bu kolektif yolculuk, topluma dayatılan ezberleri yıkan, devrimci, ilham verici ve en önemlisi de hâlâ devam eden canlı bir serüven. Şimdi bu serüvene ışık tutan “Bir Düş” belgeseli, ilçe ilçe, kent kent, ülke ülke dolaşarak onu daha fazla insanla buluşturacak. Belgeselin gösterim tarihlerini zaman ilerledikçe gazetemizden duyuracağız. Geçmişten bugüne BirGün’e sahip çıkan, değer katan herkese sevgi ve saygıyla…