Din kültürü ve ahlak bilgisi dersi her şeyden herkesten önce kendini dindar sayanlara, dinle ilgili yapılara, o kurumlarda çalışanlara, ilahiyatçılara gerekli!

Yardımcı Ders Kitabı 101: “Ahlak belanızı versin!”

Din dersi
Dersimiz
Din
Konumuz Ahlak

Niyetim ders vermek değil, hem bilmediği bir konuda nasıl ders verir ki insan? Gerçi ders verenin ders alandan çok olduğu bir çağda, dünyada, ülkede kimsenin taktığını sanmam bunu. Ders vermek isteyenin bu kadar çok olduğuna bakılırsa, ders alacak kimse bulunmuyor ortalıkta diye mi düşünmeli, olsun biz yine de hayat da bir okuldur ve çok şey öğretir insana, dersimizi verir hepimizin önünde sonunda diyelim. Dünyanın ve ülkenin haline bakınca her şey anlaşılıyor zaten. Açık ders!


Ortaokulda din dersi aldım ben de, zorunluydu, liseyi hatırlamıyorum, yok muydu acaba? O zamanki adı din dersiydi yanılmıyorsam, şimdi din kültürü ve ahlak bilgisi olan uzunca bir adı var. Ben ikiye ayırıyorum yine, din kültürü dersi ve ahlak bilgisi dersi olarak. Çünkü dersin adı bu olunca, dolaysız biçimde din ve ahlak arasında bir bağ kuruluyor, daha doğrusu ahlak dinin içinde görülüp, onunla sınırlandırılıyor, ikisi birlikte düşünülüyor. Ahlaklı olmak için dindar mı olmak gerekiyor? Belki de önce din, sonra ahlak denilmek isteniyor!

Doğrusu felsefenin konusu olması gereken ve filozofların da en çok uğraştıkları alanların başında gelen ahlak, din çerçevesinde ele alınıyor, dediğim gibi nerdeyse daha baştan hüküm veriliyor, din ve ahlak birbirlerinin olmazsa olmazı gibi sunuluyor, daha doğrusu ahlak dine bağlanıyor, bağımlı kılınıyor!

Dinler başlangıçta kurucuları olan peygamberler aracılığıyla bir “kurtuluş” hareketi, müjdesi gibi geliyor topluma, topluluklara. Bir ahlak söylemi vaaz etmeleri, ve kendilerini erdem ilkeleri çerçevesinde değerler bütünü olarak sunmaları doğal. Tüm peygamberler, yani Tanrı’nın elçileri için bunların neler olduğu tek tek sıralanabilir ama üç ilahi, yani İbrahimî dinle, Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkla sınırlandıralım.

İbrahimî denmesinin nedeni, Hazreti İbrahim’in tüm peygamberlerin atası olarak kabul edilmesinden. Yahudilik ya da Musevi dininin peygamberi Hazreti Musa, MÖ 13. yüzyılda, Mısır’da yeni Firavunların, zalimlerin İsrailoğullarını köleleştirmesine karşı çıkar. Kavmine önderlik ederek Mısır’dan çıkarır, mucizeler anlatısından da bilindiği üzere onları Kızıldeniz’den geçirip Sina dağına ulaştırır. Orada Tanrı’yla ahitleşilir ve Yahudilerin kutsal kitabı olan Tevrat Hz. Musa’ya verilir.

Hz. İsa peygamberler içinde trajik sonuyla da acının simgesi olarak düşünülür hep. Hıristiyanlık MS 1. yüzyılda Filistin’de bir Yahudi mezhebi olarak doğdu, Tarsuslu Pavlus’un etkisiyle bağımsız bir din olarak gelişti, ilk Hıristiyanların eziyet görmesiyle de yaygınlaştı. Kudüs’te çarmıha gerilen Nasıralı İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olduğu inancına dayanan dinde İsa kültü peygamberliğinin önüne geçmiş durumda. Onun insanlığın kefaretini ödemek için çarmıha gerildiğine inanılır. Kutsal kitabı Kitab-ı Mukaddes, yani İncil’dir.

İslam peygamberi Hz. Muhammed ise son peygamber olarak kabul edilir. 7. yüzyılda önce Mekke’de, sonra da Hz. Muhammed’in hicreti, yani göç etmek zorunda kalmasıyla Medine’de yaygınlaşan İslamın doğuşunda, toplumun yozlaşmış, bozulmuş olmasının büyük payı vardır. Kutsal kitabı Kuran’dır...

Derken kendimi “hoca” sandım, yeterinden fazla var zaten deyip hemen vazgeçtim böyle sürdürmekten. Hem derdim ders vermek değil hem de suyunun suyu bir özetle dinler tarihini anlatmak değil! Ayrıca ben ne anlarım...

Şunu anlarım ve anlatmak isterim: Dinlerin doğuşuyla gelişimleri, yaygınlaşmaları arasında dünyalar kadar fark var. İlahi niteliği atfedilen dinler ne yazık ki dünyevi olmayı önceliyor artık. Oysa laiklik, din ve devlet işlerinin ayrılmasını öngörüyor. Devletin dininin olamayacağı da açık.

Din dersinin zorunlu olmadığı, hadi diyelim seçmeli olduğu bir düzenleme gerekli. Dersin din kültürü ve dinler tarihi olarak yeniden ele alınması ve yalnızca ilahiyatçıların değil felsefe grubu öğretmenlerinin de felsefe, sosyoloji, tarih, bu dersi dönüşümlü olarak sürdürmeleri daha uygun gözüküyor bana. Böylece bir medresede değil de laik bir okulda, tıpkı diğer sosyal derslerde olduğu gibi bu dersi de sorarak, konuşarak, tartışarak sürdürür öğrenciler. Laikliğin yaşamın ta kendisi olduğu da bu vesileyle bir kez daha anlaşılır, anlaşılmalı.

ANA DÜŞÜNCE “Senin dinin sana, benim dinim bana!”
YARDIMCI KİTAP İslam’a Göre Diğer Dinler, İlhan Arsel, Kaynak Yayınları.

Ahlak dersi
DERSİMİZ
Ahlak
KONUMUZ Vicdan

Kim kime ahlak dersi verebilir? Ne tuhaf değil mi? Böyle bir dersin olması ve ahlak adına çıkıp bazılarının konuşması, ilkelerden, kurallardan söz etmesi. “Adab-ı Muaşeret”, yani görgü kuralları dersi bile bunun yanında... ne kalır? Bilemedim, kibar kalır diyeyim! “Dinin en temel amacı insanı güzel ahlak sahibi kılmaktır” diyor, 12. yani lise son sınıf öğrencileri için hazırlanmış Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitabında. Ahlak, doğrudan dine bağlanıyor böylece.

Dinlerin böyle “ulvi” amaçları olabilir, sahiden de toplumsal barışın sağlanması, dayanışma, paylaşma, yardımlaşma, iyilik, cömertlik, özveri, başkalarını düşünme, kardeşlik, kibirden kaçınma, insanları ayırmadan sevmek, tüm canlılara değer vermek, hepsinin hakkını hukukunu korumaya çalışmak, ırkçılığa karşı çıkmak, kadının erkekle eşit olması, şiddet ve eziyete karşı çıkmak, çocukları korumak, kimsenin yaşamına, giyimine kuşamına karışmaması ve hepsinden de önce o vazgeçilmez duygu, yani laiklikle birlikte adalet duygusu!

Belki de ahlak adına söylenmesi, öğretilmesi gereken ilk sözcüktür ADALET. Ahlak adaletli olmaktır! Adaletin olmadığı yerde din de ahlak da boştur, laftan ibarettir! O nedenle din deyince de ahlak deyince de kültür, bilgi deyince de, başka erdemleri, ilkeleri sıralamadan önce adalet var mı yok mu onu sormak gerekir! Yoksa zaten söylenecek, savunulacak ne kalır ki geriye?

Ahlak felsefesinin kavramlarına ve bunlar üzerindeki tartışmalara bakıldığında, öncelikle evrensel bir ahlak felsefesinden söz edilemeyeceği görüşüyle karşılaşırız. Kuşkusuz, zamanlara, toplumlara, toplumsal yapılara, düşüncelere, zihniyetlere, doğaya, sistemlere göre değişkenlik gösterir bu. Efesli felsefeci, Nâzım Hikmet’in “Moskova’da Heraklit’i Düşünüş” şiirinde “Heraklit alnını/yeşil gözlü zeytinliklerde akan/suya eğdi/ve dedi:/her şey değişip akmada/bu hal beni hayran bırakmada” dizeleriyle andığı Heraklit savunur bu düşünceyi. Öyle ya yine Nâzım Hikmet’in “Heraklit! Heraklit!/akar suya kabil mi vurmak kilit?” dizesinde dediği gibi diyalektiktir bu ve her şey görecelidir, akar gider. Mutlak ve ortak bir ahlaktan söz edilemez. Nietzsche’yi biliyoruz, Ahlakın Soykütüğü’nü çıkarmıştır, ona göre ahlak, nerdeyse ahlaksızlıktır! Nasıl bir ahlaksızlık? İnsanın özgürlüğünü engelleyen ve baskı altında tutan türden. Jean Jacques Rousseau ise ünlü Toplum Sözleşmesi’nde refah, güvenlik ve özgürlük içinde yaşamak için insanların birbirleriyle çıkarları doğrultusunda bir anlaşma yapmaları gerektiğini savlar. Doğudan Batıya tüm düşünürlerin, filozofların yakıcı konusudur ahlak ve bununla bağlantılı olarak özgürlük. İyiden kötüye, kuraldan yasaya, iradeye pek çok kavram vardır ahlak felsefesinde, din de kimi görüşlerde yer alır. Alır almasına da sanırım günümüzde ahlakın dinlere değil, dinlerin ahlaka gereksinimi var. Doğuşlarına bakıldığında köleciliğe, ezilmeye, sömürüye karşı, yoksulların, gariplerin, mazlumların yanında olan dinler de ne yazık ki sistemlerin devamı, düzenlerin bekası için kullanışlı hale gelmiş, getirilmişlerdir. Dünyanın dört yanına bakın, hangisi olursa olsun, ister İbrahimî ister diğer dinler, kurumsal işletmeler halinde çalışıyorlar. İnanç şirketlerine dönüşmüş durumdalar. Din kültürü ve ahlak bilgisi dersi her şeyden herkesten önce kendini dindar sayanlara, dinle ilgili yapılara, o kurumlarda çalışanlara, ilahiyatçılara gerekli! Tabii dini siyasete alet eden politikacıları saymıyorum bile, din onların ekmek kapısı!

Öyleyse, ahlak felsefesi tek sözcükle VİCDAN, din tek sözcükle ADALET ve devlet tek sözcükle LAİKLİK demek olmalı.

ANA DÜŞÜNCE “Ahlak belanızı versin!” (Mine Söğüt)
YARDIMCI KİTAP Ahlak: Etiğe Bir Giriş, Bernard Williams, çev. Aykut Aytış, Fol Kitap.