Hatta Il Postino (Postacı) filmini çeken ve postacıyı da oynadıktan sonra ölen Massimo Troisi’nin dünya şairi Pablo Neruda’ya verdiği ders de var, “Şiir ihtiyacı olanındır bayım!”

Yardımcı Ders Kitabı 101: “Aşklar da bakım istiyor...”

“Barabar” Ders

DERSİMİZ Barabar
KONUMUZ Beraberlik, birbirimiz, bizimiz...

Bu ayki Bavul dergisinde “Karışık Kaset” başlıklı bir yazı yazdım, birkaç sayı sürecek. Ozan geleneğinde dünden bugüne yeri olan, sevdiğim, yalnızca halk müziğini değil, hafif müziğimizi de etkileyen, poptan rock’a, özgün müziğe yorumlarının da çok sevildiği türküleri, onların yaratıcılarını, çalanları, söyleyenleri yazıyorum.


Bunlardan Ali Rıza Aslandoğan’ı başka yorumcularla birlikte yazdım bu ay ve ondan en çok aklımda kalan türküyü: “Barabar”. Bazı şarkılar söyleyenle özdeşleştirilir, yazıp besteleyenden çok. Bu da öyle. Yine öndegelen halk âşıklarımızdan Ali Kızıltuğ’un parçasıymış. 2017’de yitirdiğimiz ve pek çok ünlü türkünün söz yazarı, bestecisi olan Kızıltuğ da Sivas’ın Divriği ilçesine bağlı Mursal’dandır, “Barabar” türküsü de oradan başlar: “Mursal’dan çıktım Hekme’ye doğru/Bir gelin yavruma çağrıyı nenni nenni/Dedim bacım nerelisin dedi Mursal’lı/Yoldaş olam şu yollarda barabar/ Barabar barabar barabar barabar barabar...”

Uzunca bir türküdür “Barabar”, yol şarkısı, yoldaşlık türküsüdür, dinledikçe türkünün öyküsünü, bir yandan üzülür bir yandan da beraberliğin yollara, yıllara dayanıklı olmasının ne denli değerli olduğunu düşünürsünüz. Mademki bir kez barabar çıkılmıştır yola, gönül verilmiş, emek verilmiş, el verilmiş, kolkola girilmiş, ‘anca barabar kanca barabar’ denilmiştir ki hem yolcular hem de yol sevinsin!

Öyle ya yol da kendine kıymet verilsin ister, sadece gelip geçmek, bazen durmak, soluklanmak olur mu, yola da hürmet şarttır, onun ilmine fennine, gönlüne, mevsimine, kalbine ve dahi şu kadar yüksünmeden, şikâyet etmeden, yola çıktım, yoldayım diyene, gönlümün üstünde yerin var demiştir. Yolcu olmak da yol kıymeti bilmekle başlar. Bağa, bahçeye olduğu gibi yola da hoyrat girilmez.

Yol yalnızı da sever, onu da korur, gözetir ama barabarları sevgiyle karşılar esenlikle uğurlar, zira dünyaya, sisteme, kötülüğe karşı tek olmaktan yeğdir barabar olmak. Yalnızca daha çok olunduğu için değil, birbirine de yol olunduğu, “el ele, el Hakka” iyiliğiyle destek olunduğu için de güzeldir yolda olmak, yolda barabar olmak.

Şairlerin hocası Behçet Necatigil’in elbet ev halleri gibi insanlık halleri şiirleri de kılavuz gibidir. “Donmuş Dallarda Çiçek” şiirinde yazdığı gibi: “İyidir beraber olmamız/Yaklaşmış, değişik.” İyidir. İnsan insana iyi gelirse insan kendine de iyi gelir. Dalı gibidir insan insanın, kolu kanadı gibi. Söylenenin tersine, yalnızlık geçicidir diyelim, kendimizi öyle hissettiğimiz kuşkusuz çoktur ama dünyadayken de hem kendimize kıymet verelim hem başkasının kıymetini bilelim. El verelim, el olmayalım birbirimize. Arayı açmayalım derim.

Yalnızlık bana öyle geliyor ki başkalarıyla arayı açmaktan önce, insanın kendisiyle arayı açması. Bir daha da ne kendimizle ne başkalarıyla kapatabiliriz arayı kolayına. Yol yakınken derim, birlikte yürüyelim, barabar yani. Birlikte yürüyenler, bu bir ömür olur, bir iyilik olur, bir güzel günler göreceğiz umudu olur, bir bakarsın olmaz denilen şey olur. Olsun diyedir barabar.

Türkünün devamı da ‘yalağuz’ gelmez, Turgut Uyar’ın şiirindeki Bektaş’ın “yalağuz”luğu uzar gider, “Papatya gibi yalnızdı, kuşyemi gibi yalnızdı” der şair, ama türküler ‘barabar’ söylenir: “İşte ben Ali’yim ağlama gel yanıma/Gayrı mezaraca ben seninle barabar”.

Barabar olmak, yoldaşlıktır. Barabar olmak, yolu göze almaktır. Tanışmak, yakın olmak, yalnızca yolcu değil bazen de yol olmaktır, yolun kendisi olmaktır. Yol olmaktan yüce ne vardır ki başka? “Ben bir yol oğluyum, yol sefiliyim” diyen Pir Sultan Abdal’ı hatırla. Toprağın babası, toprağa bulanmış Ali’yi unutma. Barabar.

ANA DÜŞÜNCE Birbirimize katlanırsak, dünyaya daha kolay katlanırız!
YARDIMCI KİTAP Behçet Necatigil, tüm şiir kitapları

Bakım Dersi

DERSİMİZ Bakım
KONUMUZ Üzüm, aşk, insan, doğa...

Cemal Süreya’nın dizesi bir gün herkese gerekli olacak, çoktan olmuş, yine olacak dizeler içinde gül açılır! “Aşklar da bakım istiyor öğrenemedin gitti”. Dizeyi nerdeyse liseden beri mırıldanır, arkadaşlar arasında her ayrılık sonrası ya da yeni bir aşk öncesi birbirimize bir kez daha hatırlatır, ama her seferinde de aşk aşktan geçtikten sonra yani yeniden hüzünle yinelerdik, “aşklar da bakım istiyor...”muş!

Öğrenemedik gitti! Yalnız aşklar mı, her şey bakım istiyor...diye bir cümle kurup aşka, yani yaradana, bizi var edene saygısızlık etmeyeceğim elbette! İnancın, mezhebin, meşrebin nedir diye sorana söylediğim gibi “aşk olmasa insan dünyaya niye gelir?”

Aşktır inancımız, mezhebimiz, meşrebimiz. “Aşk gelicek cümle eksikler biter”, bitsin diyedir. Aşk olsun ki dünyanın diğer işleri de biraz düzene girsin diyedir! İyi, güzel, neşeli, gülüşlü, hakça, adil, merhametli, dostça olan her şeye, herkese de ‘aşk olsun’ diyedir.

Diyedir, güzeldir, lakin bakım şarttır! Şeyh Galip’in “Hoşça bak zatına” dileğinden, ‘kendine iyi bak’ uğurlamasına dek her şey, “bakakalırım giden geminin ardından” dizesi sadece şiirde, şarkıda kalsın, biz birbirimize, dünyaya, tabiata iyi bakalım isteğidir.

Dünyanın kaynakları azalmaya yüz tutunca, doğadaki çeşitliliğin yerini tektipe bırakması, hayvandan balığa, kuşa bazı türlerin nerdeyse yokoluşa gitmesi, çevre, hayvan ve doğa örgütlerinin feryatları, çabalarıyla duyulur hale geldi gelmesine de, bunların gemi batarken duyulan son sesler, son çığlıklar olmaması için daha çok şey yapmak, ‘bakmak’ gerekiyor!

‘Barabar’lıkla ‘bakım’ arasında sadece ses benzerliği yok elbette, duygu yakınlığı, daha da ötesi birlikte yaşama, varolma, sürdürülebilir olma düşüncesi de var. Hatta Il Postino (Postacı) filmini çeken ve postacıyı da oynadıktan sonra ölen Massimo Troisi’nin dünya şairi Pablo Neruda’ya verdiği ders de var, “Şiir ihtiyacı olanındır bayım!” İhtiyaç halinde camı kırınız! Can kırılacağına cam kırılsın elbette, ama işi oraya getirmeden, insanın insana ihtiyacı olduğundan, destek vermenin bir yakınlık, şefkat, merhamet ve adalet duygusu ve bilinci olduğunu unutmadan davranmak gerek. Türkmen Alevi duasının kılavuzluğunda elbette: “Tanrım, ilk önce dağa taşa ver. Ormandaki hayvanlara, suya, kurda kuşa ver. Sonra insanlara, kapı komşuya, muhtaca, yoksula ver. Kalırsa, artarsa en son bana ver.”

Yeryüzü kültürü bunu buyuruyor. Değerler eğitimi de bunu buyuruyor, hurafeleri, bağnazlığı yeniden üretmeyi değil elbette, önce insanı, hayvanı, doğayı gözetmeyi, korumayı, bakmayı buyuruyor. Bu “Göğe Bakma Durağı”ndan ne anladığımıza ya da onu anlayıp anlamadığımıza bağlı elbette! Bazıları kapkara bir gök görür bazıları masmavi, bazıları bulutlu. Göğün halleri bunlar, insan da bunlu, puslu olabilir ama gönlünü karanlık basmasın, ruhunu bağnazlık sarmasın, gözünü kindarlık bürümesin! Tanrı kimseyi birbirine karanlık etmesin!

Kendine bak, aşkına bak, kentine, evine, ruhuna bak...Bir de ‘evrensel bak!’ Naomi Klein’in dediği gibi bak! “Mevcut sistemin insanlara ve gezegenimize karşı sergilediği umursamazlığın panzehiri evrensel bakım etiğidir.”

Bunun, yani bakımın bir meta olmadığının bilincinde olan ve onu üzerinde ‘yeni bir politikanın inşa edilebileceği bir uygulama, başat bir değer, düzenleyici bir ilke olarak gören’lerden Judith Butler, ‘umursama’nın değerinden söz ediyor ve ‘Bakım, yaşamlarımızın nasıl birbirine bağlı olduğunu gösteriyor, içinde yaşadığımız dönemi değiştirecek bir umut politikasına cansuyu veriyor” diyor. “Hayatın farklı ölçeklerinde aile bakımının sınırlarını yeniden hayal etmek ve daha geniş ve ‘çoklu’ akrabalık modellerini kapsamak; sahiden kolektif ve müşterek bir yaşamı talep etmek; kapitalist piyasalar karşısında alternatif biçimleri benimsemek...” Bakım Kolektifi böyle diyor.

Barabarlık ve bakım. Geçmişin bize verdiği ders bu. Kolektif geçmişimizi yeni geleceğimiz kılmak üzere.

ANA DÜŞÜNCE Aşka bakışımızdan anlaşılır dünyaya nasıl baktığımız!
YARDIMCI KİTAP Bakım Kolektifi, çev: Gülnur Acar Savran, Dipnot y., 2020.