Yardımcı Ders Kitabı 101: Görgüyle saraylar yapılmaz, gönüller yapılır!

Adab-ı Muaşeret Dersi
DERSİMİZ Adab-ı Muaşeret
KONUMUZ Görgü kuralları

Her şeyin bir adabı var diye başlayan bir cümle, size bir kuralı işaret eder ve ona uymanızı, en azından saygı ve özen göstermenizi ister. Eski dilde adab-ı muaşeret, yeni dilde görgü kurallarıdır bunun adı. Bazı sözcükler ya da kalıplar, eşref saati gibi, adab-ı muaşeret gibi kolay kolay belleklerden silinmez, dilde ve yazıda da sürüp gider. Nostaljik olarak diyebiliriz ya da bu hali sevimli bulunduğundan ve söz aramızda biraz da komik geldiğinden! Sabah-ı şerifler hayırlı olsun diyen birine gülerek günaydın demek gibi bir şey.

Hazret-i Ali Cenkleri, Hayber Kalesi Fethi, Kan Kalesi, Mızraklı İlmihal, Yasin, Namaz Öğreniyorum, Kerbela Vakası, Sevgiliye Aşk Mektupları, Asker Mektupları, Karacaoğlan’ın Aşkları, Arzu ile Kamber, İncili Çavuş gibi ucuz halk kitaplarıyla beraber, “ressam”ların çizdiği kapaklarıyla Adab-ı Muaşeret kitapları da satılırdı seyyarlarda. Bazen de ön ve arka yüzü camdan ağır ceviz kutuda esans satanlarda bulunurdu. Öyle ya esans giren evde görgü kuralları şarttır!

Tabii her şey gibi görgü kuralları da sınıfsaldır, aristokratın başka burjuvanın başka, sarayda başka gecekonduda başkadır, laikliği doğal biçimde yaşayan evlerde başka dini bir yaşayışı seçen evlerde bambaşkadır. Batıda ve doğuda da başka olduğunu söylemeye bile gerek yok.

Karışık olarak yazalım aklımıza gelen, bildiğimiz, okuduğumuz, uyduğumuz, uymadığımız görgü kurallarını: Geleneksel aile yapısında, taşrada evin büyüğü, yaşlısı, özellikle dede, baba, amca, büyükanne gelince ayağa kalkılır. Bazı yerlerde evin gelini sofraya büyüklerle oturmaz, sonra yer. Çocuğunu, bebeğini büyüklerin yanında sevemez, besleyemez.
Tekkelerin, türbelerin görgüsü zaten mimari olarak belirlenmiştir, kapıları yüksek değildir, girerken başını eğip girersin. Tevazu sayılır. Yaygın bir biçimde hâlâ büyüklerin yanında sigara, içki içilmez, ayak ayak üstüne atılmaz. Rakı içerken de kadeh üstatların kadehinden aşağıda tutulur, şerefe, sağlığına, can cana, yarasın filan derken özellikle de. Büyüklere ön adlarıyla seslenmek bizde de özellikle eğitimli ailelerde yavaş yavaş başlamışsa da, Batıdaki gibi yaygın değildir ve ülkenin genelinde çok yadırganır. Evlerde gece 10’dan sonra yüksek sesle konuşmamak, gürültü yapmamak da herhalde kent yaşamında, apartmanlardaki ortak kuraldır. Kamu ulaşım araçlarında yaşlılara, gebelere, çocuklara, engellilere, yorgunlara, dalgınlara, âşıklara, hülyalılara, kafası karışıklara yer vermek de görgü kuralından da ötedir.

Bu kuralların hepsi aynı yerlerde, kültürlerde geçerli değildir elbette, çoğu bildiğimiz, bazılarının hâlâ sürmesini ise şaşkınlıkla karşıladığımız kurallardır. Artık mizah dergilerinde yer alacak kadar eski, modası geçmiş, günümüzde gülünç kaçacak kurallar da vardır.

Öte yandan yaşam her gün yeni görgü kuralları üretir. Sosyal medyada çok sık rastlıyoruz bunlara ve ihlallerine. Örneğin sistemi, hükümeti, rejimi, baskıları, yaşam tarzına yönelik tehditleri, özgürlüklerin karartılmasını eleştiren öğrencilere, gençlere “cep telefonunu göster!” diye dayılanmak görgüsüzlüktür, bu dayıların ağzına cep telefonunu sokmak görgü kuralıdır. Okullarda, Kabataş Lisesi gibi en seçkin okulları ele geçirip, yatılı öğrencileri dinî sohbetlere zorla götürmek görgüsüzlüktür, öğrencilerin bunu protesto ederek laik eğitim istemeleri görgü kuralıdır. Gezi sürecinde “camide bira içildi!” diye yalan söylemek görgüsüzlüktür, bu iddiayı yalanlayan imam dürüsttür ve görgülüdür. Bir odaya serilmiş seccadeye yanlışlıkla ayakkabıyla bastı diye bir siyasetçiyi linç etmek görgüsüzlük, onun samimi özrünü kabul etmemek daha büyük görgüsüzlüktür. Laik cumhuriyetin bir üniversitesinde Ramazan ayı diye kahvaltı ve öğle yemeklerini kaldırmak da suç, şımarıklık ve görgüsüzlüktür, oruç tutmak nasıl bir haksa tutmamak da haktır ve laiklik bunu kimseyle tartışmak zorunda kalmamaktır. Yapıları kurallarına göre yapmak, deprem yönetmeliğine uygun tüm gereklilikleri yerine getirmek, bunu denetlemek de görgü kuralları kapsamındadır.
Görgü kuralları, incelikler içerir, değerlerin, erdemlerin korunması, savunulması, sürdürülmesinde, kuşaktan kuşağa geçmesinde önemlidir, anlayış, paylaşma ve toplumsal yaşamda barış içinde iyilikle, dostlukla birlikte yaşamanın yolunu yordamını öğretir. İtaati, biati reddeder, boyun eğmeyi, kadını aşağılamayı, haksızlığı, adaletsizliği kabul etmez, eskiden böyleyse bile insanın aklına, iradesine saygıyı öncelemekle yeni görgülerin eşitliğine varılır ve hem kişisel hem de toplumsal hak ve özgürlüklere sahip çıkmanın görgünün birinci, vazgeçilmez kuralı olduğu benimsenir.

ANA DÜŞÜNCE Görgüyle saraylar yapılmaz belki ama gönüller yapılır! 
YARDIMCI KİTAP Yemeğe Kurt Gibi Saldırılır mı? Çocuklar İçin Görgü, Alper Uygur, YKY, 2010. 

Açıkhava Dersi 
DERSİMİZ Açıkhava
KONUMUZ Çadır, konteynır...

Başka zaman olsa, dersin adıyla uyumlu o şiir gelirdi aklımıza, zaten herkesin ucundan kıyısından mırıldandığı dizeler de olduğu için, bilinen bir şiir olduğuna da aldırmaz, bir de biz mırıldanırdık: “Beni bu güzel havalar mahvetti” derdik. Devamını da istersek söylerdik: “Böyle havada istifa ettim/Evkaftaki memuriyetimden/Böyle havada âşık oldum.”
Açık Şiir diye bir tanım var, daha doğrusu performans şiir içinde böyle bir etkinlik de var. Ben yukarıya yarısını aldığım, Orhan Veli’nin “Güzel Havalar” şiiri gibi şiirlere de Açıkhava Şiiri diyorum. Hem içinde hava geçtiğinden hem de okuyucunun kendince sürdürebileceği şiirler olduğundan.

Fakat şiir güzel de baharın gelmiş olmasına karşın havalar güzel değil, daha doğrusu havamızda değiliz! Nasıl olalım? Evleri, okulları, düşleri, baharları, uykuları, kentleri başlarına çöken çocuklar, şimdi çadırlarda, konteynırlarda ders yapıyorlar. Daha doğrusu yüz binlerce ölünün, kaybın, enkaz altında kalanın, yaralının, yıkıntının, tozun yanında, içinde tabiat bilgisi işliyorlar. Tabiat bilgisinde öğretmen onlara doğal afetlerden söz ediyor ve deprem, sel, toprak kayması gibi afetlere karşı evlerin, okulların, kentlerin dayanıklı, sağlam, malzemeden çalmadan, kurallara uygun yapılması gerektiğinden söz ediyor. Tam o sırada çocuğun biri hüzünle camdan bakıyor... diye edebiyat yapacaktım ki, yok dedim, cam filan yok, kırıklar var, kırılmış kentler, yuvalar, aileler, arkadaşlıklar, tütmeyen ocaklar, sönmüş umutlar var, hadi edebiyat yapayım cam kırıklarından çok can kırıkları var!
Fizik dersinde enerjiden, statikten, dengeden, yurttaşlık bilgisinde insan hakları ve özgürlüklerden, her yurttaşın sağlıklı barınma, ısınma, beslenme hakkından söz ediyor öğretmenler. Din dersinde kader diyen de vardır, ama açıkhava dersi yapan öğrenciler bunu yutmazlar, biraz keyifleri olsa kahkahayla güleceklerdir, gülemiyorlar, yüzlerini ekşitiyorlar, ne kaderi?

Açıkhava güzeldir, ba demesiyle birlikte pencerelere üşüşüp baktıkları eski baharları özlerler. Sonu yazdır ama olmasa da olur, hep bahar olsa daha güzel olur, bahar başımıza vurur, kapımıza vurur, gönlümüze vurur, “bahar gelince ben” diye bir şarkı tutturulur. Belki “yine baharlar gelecek” diye umulur.

Şimdi kaç bahar uzaktadır sabah sıcacık yataklardan uyanmalar, düşlerden kopamamalar, hafif mızırdanmalar, sonra okulda arkadaşları görünce hepsini unutmalar, şen olmalar, oynamalar, küsmeler barışmalar, teneffüslerde soluk soluğa bahçeye koşmalar, dersi dinlerken denizlere, nehirlere, tatil günlerine dalmalar, kaçmalar, kaç gün kaldı diye saymalar saymacalar...

Çadırlarda, konteynırlarda kurulan okullar, yapılan dersler hiç unutulmayacak! “İtibardan tasarruf” etmeyenlerin, imar barışıyla oy isteyenlerin “takdiri ilahi” diyerek felaketi doğallaştırmaları akıllardan çıkmayacak! Biz unutsak, açıkhava çocukları, öğrencileri, gençleri, o kırıklığı hep yaşayacak, öfkesini saklamayacak! 

ANA DÜŞÜNCE Tabiat bilgisinde kader yoktur!
YARDIMCI KİTAP Tabiat Ana Anlatıyor, Karl Ewald, çev: Ayşe Sarısayın, Can Çocuk Y., 2016.