O kadın adalet heykeli, gözünün bağlı olması adalet ve hukuk için tarafsızlığını simgeliyor. Kılıç, adaletin gücünü ve verdiği cezaların caydırıcılığını temsil ediyor. Terazi ise adaleti ve dengeli dağıtımı.

Yardımcı Ders Kitabı 101: Ne biat ne itaat, kahrolsun istibdat!

Gökyüzü Dersi
DERSİMİZ
Gökyüzü
KONUMUZ Çocukluk

Yüz kez değil ama onlarca kez yazmışımdır, hatta her seferinde ‘önce hangisi geliyordu, çocukluk mu gökyüzü mü?’ diye karıştırıp, açıp gökyüzünü bakmışımdır! Gökyüzünü evet, yanlışlıkla yazmadım, gökyüzünü açmak için kitaba bakmak, maviyi düşünmek, iyilikle düşlemek yeter, daha da onunla açılacak çoooook gökyüzü kalır geriye!


İkisi birdir, aynı şey demektir, çocukluk gökyüzüdür, gökyüzü çocukluktur. Gökyüzü demek günaydın demektir bir de. Göğün de günün de yüzün de gözün de aydın olsun demektir. Gülüşü unutur muyum hiç, bunlar aydın olunca zaten gülüş oluyor ve Edip Cansever’in dizesinde bir kez daha güller açıyor: “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk/ hiçbir yere gitmiyor”dur çünkü!

Çocukluk, Tevfik Fikret’in Şermin’i diyelim ona ve “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” olmasını dileyelim. Zaten öyledir diyelim, başka ihsan da istemez biz yeter ki gölge etmeyelim! Gölge ne, şimdi çocuklara karanlık ediyorlar! Ruhu, aklı, kafası, kalbi gökyüzü gibi açık olması gereken çocukları, daha doğayı, doğalarını, yeryüzünün güzelliklerini, hayvanları, iyiliği, dostluğu, arkadaşlığı öğrenmeden, ‘öbür dünya’ düşüncesiyle, hurafelerle korkutmaya çalışıyorlar!

2 yaşında, 3 yaşında, 4 yaşında çocuklar bunlar, mini mini kızlar, tatlı tatlı oğlanlar, onlar daha kendi ruhlarını, bedenlerini tanıyacaklar, gülecekler ağlayacaklar, küsüp barışacaklar, somurtup kahkahalar atacaklar, el ele tutuşup gezecekler, birbirlerini sevecekler, yanaklarından öpecekler, heyecanlanıp kızaracaklar, sonra gözleri parlayacak, harfleri zürafalara, sayıları fillere benzetip alfabeyi sökecekler, bir, iki üçler diye saymasını öğrenecekler, parmaklarıyla sayacaklar, şaşırıp başa dönecekler, kuşlar gibi şakıyacaklar, küçücük şenlikler kuracaklar, boylarına kısa gelen yataklarda yan yana öğle uykularını uyuyacaklar, düşlerinde annelerini görecekler, biri ağlarken diğeri onun gözyaşlarını silecek, sonra birlikte dereler gibi gülecekler, niye bilmiyor musunuz, hiç görmediniz mi derelerin incecikten gülüşlerini, çocukların yüzlerine bakın öyleyse dereler gibi gülüşürler, yapraklar gibi birbirlerine sokulurlar, kuzular gibi seslerini ararlar birbirlerinin, kediler gibi adlarına bakarlar, bahar gibi fıkırdaşırlar, sabah rüzgârı gibi fısıldaşıp ikindiler gibi uzuuuuuun uzun dalarlar birbirlerinin yeşil, mavi, bal, badem, ceylan, kahverengi, zeytin, kara gözlerine...

Ey özgürlük! Ey gökyüzü! Ey çocukluk! Ey doğa! Ey aydınlık, ey güneş, ey su...

Yeryüzü sizinle var, çocuklar için şarkılar, renkler, öyküler, şiirler, masallar, onların düşünceleri özgür, bilgileri doğadan, yaşamdan, bilimden ve merhametleri sevgiden, iyilikten, açıklıktan, dostluktan. Onların pırıl pırıl akıllarını cinle periyle, şeytanla doldurmaya kimsenin hakkı yok! Dinler, inançlar, ideolojiler, çocuk bunları isterse büyüyünce seçer ya da seçmez! Daha bebek denilecek yaşta onu kalıplara, kurallara, öğretilere sokmak suçtur! Neye karşı mı? İnsanın varlığına, doğaya karşı suç elbette!

Tanrıyla insan arasındaki ilişki herkesin kendi vicdanıyla kurulur, kimse kimseyi şu ya da bu yolla inandıramaz, aklıyla, gönlüyle inanır insan isterse. Hele hele tarikatlar, cemaatler, bilmem ne kolları gibi toplumu, kadınları, gençleri, çocukları kuşatan karanlık yapılar, insanın yalnızca özgürlüğünün değil inanç özgürlüğünün de karşısındadır!

Hiç kimse çocuklarını bunlara kaptırmak, yem etmek için yetiştirmiyor. 6 yaşındaki kızın evlendirilmesi hangi çağda hangi toplumda görülmüş? İnsan yazmaya utanıyor! Bunun dinle, inançla ilgisi olabilir mi? O çocuk şimdi genç kız oldu ve yapılanları açıkladı, ya o durumda olan diğerleri, suskunlar, baskı altında olanlar?

Ahmed Arif’in “Anadolu” şiirindeki dizeleri anımsayalım: “Bunlar engerekler ve çıyanlardır/bunlar aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır/Tanı bunları tanı da büyü!” Bunlar çoluğumuza çocuğumuza, gençlerimize göz koyanlardır! Tarikatları ve cemaatleri yasaklamadan bu ülkede çocuklara, gençlere özgürlük yok!

ANA DÜŞÜNCE Büyükler de çocuklar kadar laik olsaydı, kimse cenneti başka bir dünyada aramazdı!
YARDIMCI KİTAP Çocukluğun Yüzyılları, Philippe Aries, 1960

Terazi Dersi
DERSİMİZ
Terazi
KONUMUZ hak, hukuk, adalet

Haklısınız, bu ders de ne? Ne terazisi hem, su terazisi mi kuyumcu terazisi mi banyo terazisi mi terazi burcu mu mu mu mu? Haaa bir de şu gözü kapalı kadın var ya, onun elinde tuttuğu terazi mi?

O kadın adalet heykeli, gözünün bağlı olması adalet ve hukuk için tarafsızlığını simgeliyor. Bir elinde de kılıç var ama ben onu hep unuturum yoksa görmezden mi geliyorum? Kılıç, adaletin gücünü ve verdiği cezaların caydırıcılığını temsil ediyor. Terazi ise adaleti ve dengeli dağıtımı.

Evrensel adalet anlayışı bir bakıma bu heykelde somut bir görünüm kazanıyor. Dinlerin de adalet anlayışı var ve örnek gösterdikleri adlar var. Siyasetçilerin de en sık yineledikleri sözcüklerin başında adalet geliyor, hatta partisi bile vardı eskiden, şimdi de adının yarısı adalet olan parti var, Fas’ta da aynı adı taşıyan bir parti var. Ama tıpkı adil ile adi arasında olduğu gibi, adalet ile atalet arasında da tek harflik bir fark var! Yani terazi böyle hassas bir dengede!

Peki, adalet gerçekte ne anlama geliyor? Yani yalnızca yasalarla güvence altına alınan ve ‘sosyal hukuk’ dediğimiz bir kalkanla da korunan şey mi? Yalnızca mahkemelerde yargılanırken mi gerekli insanlara? Suç ve ceza arasında mı her şey? Avukatımız bizi savunur ve sonunda başarıya ulaşıp bizim aklanmamızı sağlarsa adaletten yana bir kuşkumuz kalmaz mı? Orada oturan kara cübbeli savcılar ve yargıçlar ‘müesses nizam’ın devamı adına, vicdan dediğimiz ve her insana lazım o şeyi, ‘içleri kan ağlayarak’ bastırırlar mı? Yoksa tam tersi mi olmalı? Yani yalnızca yasaları değil, vicdanının sesini de mi dinlemeli? Öyleyse vicdan da adaletin kardeşi olmalı. Bunlardan daha önemli bir şey var. Hatta her şeyden önemli. Adalet olmazsa özgürlük olmaz! Özgürlük ancak adaletin olduğu yerde olur, orada yaşar, gelişir, vazgeçilmez olur. Adaletin olmadığı yerde özgürlük de gereksiz bulunur, yani “Ne biat ne itaat, kahrolsun istibdat!” sözü alıcı da bulmaz karşılık da. Çünkü özgürlüğün tadını bilmeyen özgür olmadığının da farkında olmaz! Onun için istibdat sözcüğü yok hükmündedir, tam itaat, biat şart diyerek... Özgürlük anlayışından ve adalet arayışından vazgeçmiş olduğunu beyan ve ilan eder!

Terazinin bir kefesinde adalet durur, diğer kefesinde özgürlük. Ve ikisi de ‘şimdi ve burada’ olması gereken şeylerdir. Bu dünyada olmazsa öbür dünyada hiç olmaz! Kaderci yanılsamalar ve yanıltmalardır ki kavramdan çok inanç belirten ‘ilahi adalet’ söylemiyle, bu dünyada haksızlığa uğrayanın öbür dünyada hakkını alacağını, gerçek adaletin sağlanacağını vazederler. Elbette bunun hukukla da, insan hak ve özgürlükleriyle de ilgisi yoktur. Bir istektir, inançtır. Günümüzde adalet deyince akıllarına Hz. Ömer gelen ve onun erdeminden ve adaletinden söz edip de adaletsizliği pekiştirenlerin de özgürlükle ilişkilerinin olmayışı gibi.

Anlaşılabilir bir şey yine de. “Adaletin bu mu dünya?” diye bir şarkının en sevilen, unutulmayan şarkılar arasında yer alması! Adalet kurumuna güvensizlik, haksız cezalar, siyasallaşmış bir yargı, geciken adalet, adaletin zaman zaman ‘rehin ve infaz kurumu’ gibi davranması, insanların adalete olan güvenini zayıflatır, sıfıra indirir.

Suç da bu dünyadadır ceza da, bağışlamak da, göklerden gelen ses bu konuda bir şey söylemez, cennet cehennemse ona inananların yargı yeridir, hukukla adalet oraya bırakılamaz! Zaten oraya kaldıysa yandık demektir! Bu cümleden de herhalde cehennemlik olduğum anlaşılmıştır!
Teazi burcundanım, adım Adil değil ama, dünyanın adalet üstüne kurulu olduğuna inanırım, Aşık Mahzuni Şerif’in türküsüne de bayılırım: “Adaletsiz padişahın ateşler düşsün köşküne!”

ANA DÜŞÜNCE Adaletin olmadığı yerde hiç kimse özgür değildir!
YARDIMCI KİTAP Suç ve Ceza, Fyodor Dostoyevski, çev.: Sabri Gürses, Can Y.