Yardımcı Ders Kitabı 101: Rüya uyandırır dünyaya bizi!
Henüz gitmiş olan, daha yola yeni çıkmış, evine varması hayli vakit alacak olan eski yıldan! Eski yıl dediğimiz bizden başkası değildir! Bizim eskilerimizi alıp götürmez hayır, bizi eskiterek, eskilerini bırakarak çekip gider!
Yeni Ders
DERSİMİZ Yeni
KONUMUZ Hep
Yeni ders, sınıfa dönem ortasında gelen çocukla başlamaz, onunki eski ders ya da eski derttir zaten. Kışın ortasında kim yeni bir işe, okula başlamak, başka bir şehre, eve taşınmak ister ki? Hele sınıfında arkadaşları, mahallede yoldaşları olan çocuklar, gençler? Büyükler ister mi, onlar da zorunlu olmasalar bu değişikliği yaşamak istemezler. Değişiklik dedimse ‘hava değişimi’ filan değil canım, düpedüz çeşitli adlar ve görev tanımları altında ve hemen hep zorunlu yer değiştirmelerdir bunlar...
Dersin yarısı geçti nerdeyse, biz daha mevzuya gelemedik! Evet dönem ortası okula gelmek yeni bir şey değildir ama, şehre yeni gelen çocuk, genç, kimse her zaman ilgi ve dikkat çeker, konuşulur, onda yeni bir şey bulunur. Merak edilir, edebiyatı yapılır, filmi çekilir, arkasından konuşulur!
Arkasından konuşmak! İşte bu, duruma göre değişir. Arkasından hasretle de konuşulduğu olur nefretle de. Nereden geldik buraya? Henüz gitmiş olan, daha yola yeni çıkmış, evine varması hayli vakit alacak olan eski yıldan! Eski yıl dediğimiz bizden başkası değildir! Bizim eskilerimizi alıp götürmez hayır, bizi eskiterek, eskilerini bırakarak çekip gider! Biz de eski yıl gitti, yenisi geldi ohhh diye seviniriz! Sanki her kötülük ondaymış, o gidince her şey güzel olacak, şimdi ‘Yoklar Meclisi’nde olan sevgili arkadaşım Enver Ercan’ın dediği gibi, ‘her şey güzelecek!’ sanırız.
Arkasından konuşunca rahatlarız, ama aslında kendimizi kandırırız, biz istemezsek, biz içinde olmazsak hiçbir şeyin düzelmeyeceğini, yeni olmayacağını biliriz. Yeni yılın bile!
Yeni ders; yeni demekle, adını yeni koymakla yeni olunmayacağının, bir şeyin yeni olmayacağının dersidir. Yeni eğer bir göz boyama olarak ya da alışkanlıkla söylenmiyorsa, bir niyet ve heves olarak hiç eskimeyen, düş gibi görülen, peşine düşülen, arzu, istek, arayış gibi nice güzel sözcükle sevilen, varlığın yeniden duyumsandığı, dünya denen okulda sık sık teneffüse çıkıldığı, “aya bak yıldıza bak” diye başlayan türkülerin dil yoldaşı olsun diye kulağımıza üflendiği, bakınca da oradan birinin sanki bize göz kırpar gibi olduğunu, yoksa tanrı baba mıydı diye bundan sevinen çocukların ne kadar meraklı olduğunu, o göz kırpmadan sonra soruları doğrudan güneşe, aya, buluta, yağmura, semaya, ummana, deryaya, göğe, derinliğe ve daha bunun gibi sonsuz sayısız oluşa sorduğunu, yanıtlarınsa ona bir akış olarak geldiğini ve gözlerinin o günden beri parlamayı sürdürdüğünü, gözler parladıkça sözcüklerin de bundan nasibini aldığını, o gözlerle fiziğe de şiire de nerdeyse bir ve aynı bahçenin kardeşleriymiş gibi bakılacağını, tam o sırada Ömer Hayyam’dan ki kendisi Nişaburlu bir gökbilimci ve matematikçi olup, yeniyi aklında, fikrinde, kalbinde, şiirinde toplamıştır, o nasıl bir toplamaysa, dört işlem yapar gibi bize çözümleri bildirdiğini, lakin onun ve rubailerinin üstünden 1000 yıl gibi en azından 10 insan hayatı geçmişken nasıl yepyeni kalıp, pek çoğumuzun onun karşısında eski kaldığını, öyleyse Mevlana’nın “Dünle beraber gitti cancağzım/ne kadar söz varsa düne ait/şimdi yeni şeyler söylemek lazım” deyişinin bir hikmet değil doğal bir söz olduğunu...
Eski sanıp uğurladığımız ya da orada kalsın bugüne gelmesin buyurduğumuz pek çok şeyin zaman perdesini yırtıp, şimdiye değil bizden sonrasına da gelip sürdüğünü unutmamaktır yeni ders. Yeninin aldatıcılığı, göz boyacılığı, parlaklığının altında küflü, bayat, naftalin kokulu nice şeyin yattığını da akıldan çıkarmamaktır. Yeni, icat çıkartmaktır!
ANA DÜŞÜNCE Yenilenmek idare-i maslahatçılıktır, yeni yenile yenile kurmaktır!
YARDIMCI KİTAP Garip, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Yenilik Basımevi, 1941
Rüya Dersi
DERSİMİZ Rüya
KONUMUZ Gerçek
“Rüyalar gerçek olsa” diye başlayan şarkı, “seni her gün görürdüm” dizesiyle devam edince, hemen kanal değiştirdim! Şarkının adı da bir tuhaftı tuhaf olmasına ya, sonrası iyice tuhaftı! ‘Aman dedim "ne rüyalar gerçek olsun ne de..."
Rüyalar rüya olduğu için bu kadar gözde! Gerçek olsa rüya olmayacak, rüya bir kez gözden düşünce de yeniden onunla buluşmak kolay olmayacak. İyisi mi gözde kalsın, biraz uykuda biraz hatırda kalsın, belki devamı sonraya kalsın, ama rüya rüya olarak kalsın!
Ders ya, sorayım dedim, rüya rüya için midir yoksa gerçek için mi? Ne de olsa, sanırım şimdi de sürüyor, sanatın ne için olduğu tartışmasını yıllardır çözememiş bir müfredatın çocuklarıyız, öyleyse rüyayı da sanata benzeterek niye sormayalım değil mi?
Galiba dersimizin konusu böylece biçimlenmeye başlıyor. Pek çok gerçekçilik biçimi var bildiğiniz gibi edebiyatta, şiirde. Toplumcu gerçekçilik, eleştirel gerçekçilik, doğal gerçekçilik, fantastik gerçekçilik, büyülü gerçekçilik, tarihsel gerçekçilik... Rüya da bir gerçeklik ve gerçekçilik biçimi olamaz mı? ‘Rüya sineması’ kavramı ve filmleri olduğuna göre, rüya mektupları, rüya şiirleri, rüya edebiyatı da, şarkıları zaten var, bir gerçekçilik türü içinde değerlendirilemez mi?
Rüya öte yandan şiiri, romanı, öyküyü, masalı, oyunu, dansı, resmi, müziği, heykeli, sinemayı, hepsini bir araya toplayan ya da hepsinden oluşmuş bir sanat değil mi? Rüyasız bir şey düşünebiliyor musunuz, her gözün ilk işi uykuysa, ikinci işi de rüya! Rüyasız göz açık gider! Dil de rüya görseydi yalan söylemezdi!
Rüya üzerine geceler boyu konuşulur, 1001 Gece Masalları onun yanında bir cümle, bir dize kalır kalırsa, masal deyince düşündüm de, kim bilir belki de Ece Temelkuran’ın ‘kalpsiz bir dünyaya inat’ dediği şeydir rüya. O dünyadan yaralanan, örselenen, incinen, yorulan, üzülen herkese tesellidir. Rüyalar da olmasa şu dünyada yapayalnız kalırdık belki de, geceleri kimsesiz. Hiç kimse gelip kapımızı çalmasa, halimizi hatırımızı sormasa da biliriz ki sabahın bir sahibi olduğu gibi gecenin de rüyası vardır ve o rüya hatırınadır çektiğimiz bu dünya ağrısı. Birhan Keskin de ‘serin bir rüya’ hatırına yazmış olmalı dizesini.
Rüya dersinin başına yazılması gereken dizeler Ahmed Arif’in “Suskun” şiirindeki, “Rüya, bütün çektiğimiz/Rüya kahrım, rüya zindan/Nasıl da yılları buldu/Bir mısra boyu maceram” dizeleridir. ‘Bir mısra boyu macera’, bir ömür boyu rüya içinde yaşamak anlamındadır.
Rüya âleminde ya da içinde yaşamak elbette şairden şaire de değişir. Ahmed Arif’in rüyası kahır dolu zindan olurken, Yahya Kemal’in rüyası geçmiş yazın mutluluğuyla dopdolu olacaktır: “Rü’ya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle,/Her anını, her rengini, her şi’rini hazdan.” Tanpınar şiirin de bir rüya hali olduğunu söyleyecek ve “Bir alem kurulur gibi yeniden/Baştanbaşa hayal, düşünce, rüya” diyecektir. Ütopya, muhayyel belde, hatta Kızıl Elma’dır rüya ona göre.
Rüya, ölümle özdeş kılınır, insanın en derin hali olarak algılanır, belki de uyanık olmaktır, en çok farkında olma halidir. Hiçbir şey rüyadaki kadar saf, çıplak ve gerçek değildir, her şeyimiz rüyada kayıtlıdır belki.
Rüyayla uyanır insan dünyaya, kendine, yaşama. Rüya farkına varmamızı sağlar, gecenin de, uykunun da, sabahın da. Görüp görebileceğimiz en büyük mucize de rüyadır. “Rüyasız yaşanmıyor” dedikleri, rüyası olmayanın gelecek tahayyülünün de olmayacağıdır. Öyleyse rüya geçmişten, bugünden çok geleceği aydınlatır ve onun yolunu gösterir. Kılavuzumuz olur, gecemize düşer, içimize düşer, karanlıkta gözümüz olur.
Rüya, bir görme biçimidir ama bir gerçeklik biçimi olduğu da unutulmamalıdır. Deniz feneri gibidir bazen, ona bakarak buluruz yolumuzu. “Sen rüyayı görmezsin/rüya seni görmeye gelir” dizelerini yazmıştım vaktiyle. Meğer onun beni görmeye geleceği gün de bugünmüş, rüya bu derse gelecekmiş!
Rüya iki gözüm, hoşgeldin!
ANA DÜŞÜNCE Gözler yalan söylemez, çünkü rüya görürler!
YARDIMCI KİTAP Rüyalar Kitabı, Jorge Luis Borges, çev: Işık Ergüden, Kırmızı Kedi, 2019