Yardımcı Ders Kitabı 101| Yaşam: Dili maviye çalmak!
Fotoğraf: Unsplash

Tek Ders
DERSİMİZ
Tek
KONUMUZ Çok

Şimdi var mı bilmiyorum, eskiden tek dersten başarısız olanlar için bir sınav olurdu... Herkes o sınavı verir geçerdi sanıyorsunuz değil mi? Öyle olmazdı! Zira öyle hocalar vardı ki 4 verir, 5’i vermezdi, geçemezdin! Eh bu kadar kesin bilgi olunca da, nereden biliyorsun diye sorulmaz! Çünkü kendimden biliyorum! Hocayı da hatırlıyorum, Aydınlıkevler Lisesi’nden Cebirci Ahmet Hoca! Üstelik Ankara SBF’yi kazanmıştım, ağzımla kuş tutsam da geçirmezdi biliyorum, tek ders sınavında bastı 4’ü, ben çaktım, bir yıl bekledim!


Tek dersten çıkarılacak çoooook ders var! Varmış yani! İş oraya dek gelmemek, sorunları oraya dek getirmemek. Çünkü tekin derdi bir değil, çok! Tek olan her şey için geçerli bu dediğim, en başta da ders için!

Tekten ders alınmaz, çoktan ders alınır! Adı bile üzerinde, çoktan seçmeli. Yani farklı seçenekler, başka olanaklar söz konusuyken, bir zorunluluk, bir dayatma olarak duran tekin vereceği ders ne olabilir ki? Bunu felsefede ‘monizm’ kavramıyla adlandırılan tekçilikle karıştırmamak gerekir. Orada gerçeğin bütünlüğünden söz ediliyor, örneğin madde ve ruhun birliğinden, ayrılmazlığından. Hegel, Spinoza gibi filozoflar da bu düşüncenin en bilinen adları.

Dersimizin konusu olan tekçilikse, her şeyi tek bir varlığa, nesneye indirgemek ve böylece rahatlamak, kafayı fazla yormamak, çok düşünmeden yaşayıp gitmek. Ee bu fena mı, değil ama, bu durumda kolayca kandırılabilir oluyorsun, haklarını ve özgürlüklerini kullanamıyorsun, deyim yerindeyse ‘atı alan Üsküdar’ı geçmiş oluyor, hepimize de geçmiş oluyor!

‘Bütünüyle kuşkudayız’ sloganını unutmayan insan hep uyanık olur, tetikte olur, yalnızca kendi özgürlüğü, arzuları için düşünüp itiraz etmez, başkaları için de bunu ister. “Özgürlük yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz”, kurtuluş yerine özgürlük dedim ama aynı şey. Bu düşünceyle davranan insan, ‘gemisini kurtaran kaptan’, ‘her koyun kendi bacağından...’ gibi aslında kendisini de zayıf ve güçsüz düşüren, korunaksız, savunmasız kılan, belki geçici ve dönemsel başarılar, kazançlar getirse de uzun erimde onu yalnızlaştıracak eğilimlerden uzak durur. Gerçeğin bütününü ve her yönüyle kavramaya çalışır. Böylece kendisini şairin ‘büyük insanlık’ dediği yoksullar, düşük gelirliler ve orta sınıflardan oluşan çoğunluğun içinde, onlarla birlikte daha iyi bir dünya için uğraşırken bulur. Madem dersteyiz, öyleyse buna ‘sınıf bilinci’ diyebiliriz, hepimiz aynı sınıftan olduğumuza göre!
Can Yücel’in “Sevgi Duvarı” şiirinde “yalnızlığım benim çoğul türkülerim” dediğine, yalnızlıkta bile bir çoğulluk bulduğuna göre, tekçi olmanın ne anlamı var ne de gereği! O nedenle alanında tek, memlekette tek, dünyada tek gibi yaklaşımlar ve kabuller, daha güzel bir dünya özlemini azaltır, kaderci, kendisi, ülkesi, doğa ve dünya hakkında en ufak fikri olmayan, ağzı var dili yok dedikleri türden bir varlığı çoğaltır ve yeryüzünde bugüne değin olan eşitsizlikler, adaletsizlikler, yoksulluk sürer gider.

Nereden nereye demezsiniz biliyorum. Yaratıcımız doğa bizim de kendisi kadar renkli, çoğulcu olmamızı ister. Tek tip, uygun adım, kaz adımı adamı, kadını kim ister? Tek tipler bile birbirlerinden sıkılır. Hani burası sınıf, şu yazdığım da yardımcı ders kitabı 101 olmasa, size lisedeki edebiyat öğretmenimden söz etmek isterdim ama... Neyse teneffüste anlatırım!

İyi hoş da dünya pek anlattığınız gibi değil be hocam...Olsun ‘gerçekçi ol, imkânsızı iste!’ diye de boşuna denmemiştir, tam da en umutsuz zamanlar ve durumlar için söylenmiştir. Enseyi karartmayalım, gün doğmadan neler doğar...Böyle çoooook güzellememiz, güneşli sözlerimiz var. Umut da fakirin ekmeği, bulutu, göğü, deresi, suyu, denizi, uçurtması, bisikleti, gökkuşağı, göğü olsun, ne kadar çoğul o kadar iyi diyelim, hem Can Yücel de o dizenin devamında öyle demiyor muydu? “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi!” Öyleyse kendini tek ve vazgeçilmez, düşüncesini mutlak gerçek diye sunanlara karşı çok olarak, çoğalarak, çoğul türkülerimizi söyleyelim!

ANA DÜŞÜNCE Ne tek adam, ne büyük birader!
YARDIMCI KİTAP 1984, George Orwell, çev: Celal Üster, Can Y.

Mavi Ders
DERSİMİZ
Mavi
KONUMUZ Yerkuşağı gökkuşağı

Mavi ders nedir biliyor musun? Ben bu dersi verdim mi diye hatırlamıyormuş numarası yapıp bir daha o dersi vermektir! Öğretmenlerde de o kadar numara olsun değil mi? Öyle ya onlar da bir zamanlar çocuktu, öğrenciydi! Mavi ders bu ders hakkında konuşmalara doyamayıp, neyi görse onu maviye bağlayarak konuşmayı sürdürmektir. Kuş deyince onun maviliklere kanat açtığını, martı görünce mavi denizin üstünde onunla birlikte uçtuğunu, bir kedi gelip bacaklarına sürtünse günlerden mavi olduğunu, yağmur yağsa geçmişten ‘uzak mavi kız’ın birazdan görüneceğini, gecenin laciverdi örtüsüne bakıp gençliğinin mavi geçtiğini...Ve bunları böyle yazdığına bakıp, bilmeyenin maviyi geveze sanacağını ve o küsmese de bundan üzüleceğini düşünmektir.

Mavinin okulu yoktur. İstersek gökyüzü okulu diyebiliriz, yeryüzü okulu, belki okul denizi. Mavi doğuştandır. Sorulur ya bazen çeşitli gerekçelerle, doğuştan mı? Maviye sorulmaz, çünkü bilinir doğuştan olduğu. Niyesi: İnsan yeryüzüne yakışır, yüzü gülmeye yakışır, yüreği sevmeye, aklı düşünmenin iyiliğine, ruhu güzelliğe ve cümle varlığı dostluğa ki arada mavi varsa küslük yoktur.

Ay tutulması, güneş tutulması, dil tutulması ve mavi tutulması. Maviyi deniz gibi düşünmek kolay, zaten öyle, gökyüzünün mavi olduğunu kim bilmez, ama bir liman gibi, bir iskele gibi düşünmek ve tüm renklerin oradan açılıp yine oraya döneceğini düşlemek. İşte mavi olan bu. Yani düşlemek. Düşkuşağının rengi mavi, bir de zamansızlığın. Göz rengimizin ne önemi var, uyuduğumuz zaman hepimiz renklerden maviye düşüyoruz, gözümüzde kalmış maviyle uyanıyoruz.

Yazıyı, sanatı şiirle düşünürüm. Şiiri de onlar için bir liman, başlangıç noktası olarak. Maviyi de diğer dersler için bir düş/ünce gibi göremez miyiz, soruyorum kendime. Mavi Türkçe sözgelimi. Sözcükler ne kadar özgür, yazıya rüzgâr doluyor, öykü alıp başını gidiyor, deneme uçuyor, roman göğe uzanmış bir salıncağı yavaş yavaş tırmanıyor. Matematik mavisi, inanılmaz bir renk, düşlemesi bile olanaksız nerdeyse, ama matematik olunca...1 artı 1, iki kere mavidir, 2 artı 2, genç olmak masmavidir, 3 kere 3 ülkede mavi bayram ilan edilmiştir, 4 kere 4 silahlar susmuş, barış kazanmıştır! Zorunlu uygulanan din kültürü ve ahlak dersinde bile maviye yer bulunabilir, mavi- manevi uyağından yola çıkarak vicdanı mavi tutmanın erdeminden söz edilebilir. Fizik zaten mavidir, hele başında astrosu da varsa! ‘Blue’ yabancımız değildir, ‘blues’ çoğul hüznümüzdür, gerekir. Müzik, resim, felsefe, biyoloji, coğrafya, hepsi de mavi mavi masmavi olmuş, olacak, olasıca dersler! Peki tarih? Mavi en çok tarihe gerekli. Tarih, gerçeklik gibi, çok cepheli, çok katmanlı, çok değişkenli. Onu tekçi yaklaşımların, tek adamların sultasından kurtarmanın yolu, tarihte bireyin rolünü yadsımadan çoğunluğun huzuru için olabildiğince maviye yönlendirmek, maviliği öne çıkarmak ve barış düşüncesini her derste bıkıp usanmadan yinelemek, tazelemek, benimsetmek olmalı.

Mavi ders haftada kaç saat, hangi günler, yazılı, sözlü, ödev...Bu ders için ne kağıt ne kalem, Dalgacı Mahmut olmak yeter! Onun kim olduğunu şiir dersinde görmüşsünüzdür zaten! Orhan Veli’nin yakın arkadaşı, sık sık Galata Köprüsü üzerinde beraber görülmüşler! Orhan Veli de biliyorsunuz uzun şair, tatlı adam, arkadaşını mı kıracak, şöyle döktürmüş: “İşim gücüm budur benim/Gökyüzünü boyarım her sabah/Hepiniz uykudayken/Uyanır bakarsınız ki mavi”. Şimdi anlamışsınızdır umarım, kimmiş bu dersin öğretmeni? Gökyüzünü her sabah maviye boyayan Dalgacı Mahmut’tan başka kim olabilir ki?

ANA DÜŞÜNCE “Şiir, dili maviye çalmak gibi bir şey”(John Ashbery)
YARDIMCI KİTAP Mavibent, Maggie Nelson, Türkçesi: Selin Siral, Kolektif Kitap, 2017