Google Play Store
App Store

13 yıl ülkenin kurucu partisine liderlik ettikten sonra bir kenara çekilmesi beklenen -ve istenen- Kemal Kılıçdaroğlu, parti içi çekişmelerden, parti troykasının dahi bilmediği “yumuşama” tartışmalarından, “kurultay hesaplarının buzlu suları”ndan sonra, geçen hafta yeniden doğdu.

Sadece siyasi liderliği boyunca değil, kamu görevi yaptığı 1970’lerden beri tüm taramalara rağmen hiçbir “açığı” bulunamayan Kılıçdaroğlu’na -siyaset dışı kalmışken ve Çukurambar’daki evinin bir köşesinde sessizce ölmesi istenirken- en sonunda bizzat reis tarafından dava açtırıldı; hapis ve siyaset yasağı da istenen sipariş yargılamaya, geçen Cuma günü Ankara’daki eski adliye binasında başlandı. Ama ne başlangıç.

Adliyeyi saran kitle, içine akarak ve güvenlik barikatlarını yararak, -yaşlı adamın hayatındaki en önemli olay olan- Ankara- İstanbul yürüyüşündeki o sloganı yeniden attı. Koridorlar, duruşma salonları, polis noktaları ve ekranlar –bir kere daha- “hak, hukuk, adalet” talebine şahitlik etti. Adana’dan, Edirne’den, Dersim’den, Van’dan, İstanbul’dan, Mamak’tan gelmişlerdi. Kimse onları getirmemiş, cebine harçlık, eline döner ekmek tutuşturmamıştı. Ama gelmişlerdi, yalınayak, yakın kılıç, gülerek ve isteyerek.

75 yaşındaki adamın yargılandığı başkentteki dava, memleketin üstündeki ölü toprağını da bir anda silkeledi, attı. Kürsüde korkan, geri adım atan, sözlerini tevil eden veya düzelten biri değil, kendisine dava açtıranları yargılayan bir genç vardı. Sesi hemen duyuldu, Edirne’den Kars’a, Sinop’tan Mersin’e ulaştı. Öyle ki, aynı günün akşamı doğduğu şehre atanan kayyuma yönelik protesto, öğlenki bu duruşmadan muhakkak ilham almıştır.

***

Tarihe geçen savunmalar vardır, tarihi yargılayan savunmalar. Onlara “savunma” diyemezsiniz, “yargılama”dır, “itham”dır onlar. Tarihe meydan okuma, not düşmedir ki, yankısı yüzyıllarca sürer. Bugünlerde gösterimde olan Gladyatör’de -eski gladyatörün dediği gibi-: “Evrende bir yerde hep yankılanır sözlerimiz.”

Sokrates’ten Zola’ya, Marx’tan Dimitrov’a, Fidel Castro’dan Deniz Gezmiş’e, 12 Eylül’de devrimcilerin sıkıyönetim mahkemelerindeki sözlerinden DGM’lerde -sıradan insanların- inançlarını ve umutlarını cesurca ortaya koyduğu günlere kadar tüm tarih, “tarihe not düşenler”in, “yargılayanlar”ın tarihidir. “Buraya yargılanmaya değil, yargılamaya geldik” diyenlerindir.

Kılıçdaroğlu elinde savunmasını içeren sözleri -arkasında sessizce dinleyen halefi- ve önünde tarih konuşmasına başladı. “Ben buraya kendimi savunmaya değil, işlenen suçları kayıtlara geçirmeye geldim” dedi. Dava konusu sözlerini onurla tekrarladı, “Ne mutlu ki buraya rüşvet, hırsızlık ve vatana ihanetten gelmedim” diyerek eski ithamlarına yenilerini ekledi. Ülkenin soyulmasına, yağmalanmasına, Beşli Çetelere ve uyuşturucu mafyalarına sonuna kadar açılmasına, emperyalistlerce talanına itiraz etti. Ülkenin nasıl esir alındığından, reisin IŞİD ile petrol ticareti yaptığından ve tüm dünyanın bunu bildiğinden ve kendisini teslim aldıklarından, BOP’un ikinci fazlına başlandığından, ülkenin mülteci adı altında cihatçılarca işgal edildiğinden, yabancıların elinde nasıl da oyuncak hale geldiğinden, kendi çocuklarının beslenme ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldiğinden, bağımsızlığını yitirdiğinden -üzüntü ve öfkeyle- söz etti.

***

Savunmasında her şey doğru muydu, hayır. Ülkenin 1970-1980 yılları arası meydana gelen ve NATO-ABD-sağ ve ülkücü hareketlerle solcu işçiler, öğrenciler, azınlıklar ve emekçi halk arasındaki “iç-savaş”taki kutupları eşitledi. Eli kanlı sağ, milliyetçi ve kontra tetikçilerini, hayatı pusularda, darağaçlarında ve işkencelerde sona ermiş solcularla eşit tuttu. Bu büyük hataydı. Ama Meral Akşener’in ihanetini anarak “yanlışlar”ından da bahsetti. Katledilen kadın ve çocuklara, karnını doyuramayan öğrencilere, faturasını ödeyemez hale gelen emeklilere, ülkeden kaçarak yurtdışına yerleşmek zorunda kalan 300 bin gence karşı, “görevini yapamadığını” söyledi, “özeleştiri” verdi.

“Yıldız Sarayı’ndaki Baykuş” metaforuyla “II. Abdülhamit”in sonunun yakın olduğunu da söyleyen ve halka umut aşılayan Kılıçdaroğlu’nun sözleri, “yargılayan savunmalar” geleneği içindeki onurlu yerini çoktan almış, tarihi tek adamların ve diktatörlerin değil, haklıyı temsil eden sıradan insanların, 75 yaşını aşmış bireylerin yazacağını hepimize yeniden göstermiştir.