Google Play Store
App Store

Çoğu insana göre şanslı sayılırız. Ufak da olsa bir evimiz, bir de bahçemiz var. Bahçemizde dört tane incir, üç farklı çeşit erik, bir adet yaban kirazı ve birkaç gül var. Bir yarım adada yaşıyoruz. Her tarafımız neredeyse denizlerle çevrili, ada havası güzel, adalı tanıdık, burada sıkıntı olmuyor. Çocuklar sokaklarda oynayabiliyor, eskiden at arabaları vardı, şimdi onlar da yok, tuhaf elektrikli araçlar var.

Polis, itfaiye, ambulans ve çöp kamyonu dışında motorlu araç da yok. Yok da, son birkaç yıldır adada tuhaf olaylar olmaya başladı. Daha önce kimsenin aklına gelmeyecek, kimsenin cesaret edemeyeceği hatta düşünemeyeceği olaylar. Tek tek, adadakilerin bir şeyleri çalınmaya başladı. Önce akşam yemeğinde yiyeceğimiz lüferlere dadandı bir hırsız. Normalde lüfer, istavrit, palamut yemek sıradan bir iştir. Hatta palamut yağlandığı zaman adalı dertlenir, kış geliyor, deniz mevsimi bitti diye. Her neyse bizim mutfaklardan tek tek balıklar ortadan kaybolmaya başladı iyi mi?

∗∗

Önce ‘‘martılar akıllandı herhalde’’ diye düşündük. Hani yıllarca kargalarla birlikte yaşadıktan sonra en azından bir şeyler öğrenmelerini bekliyorduk. Kargalar cevizi kırmak için, yemeği kapmak için binbir numara yaparken martılar ne kadar yediğinin bile farkında olmayan hayvanlardı. Mesela denizden dönerken, yakaladığımız balıkları tekne giderken hazır denizde ayıklar, kullanmadığımı kafalarını filan da tekneyi takip eden martılara atardık. Martı kardeşler de yedikçe yer, yedikçe yer, davul gibi şişer, sonra da teknenin üzerine konup yedikleri fazla balıkları kusardı. Martılar tıksırana kadar yemeleriyle birilerini hatırlatıyordu ama kimi tam hatırlayamıyordum… Neyse martıları izledik izledik, yok, balıkları bunlar çalmıyor. Gel zaman git zaman ada halkı ara sıra balıklarının önce ortadan, sonra oltadan kaybolmasına alıştı. Artık adada daha az balık yiyorduk. Bu sefer de pirzolalar ve etler kaybolmaya başladı. Karanlık bir el, dolaba girmeden kasaptan aldığımız etleri çalıyordu düpedüz. İnler mi cinler mi, ecinniler mi bilemedik anlayamadık. Ada halkı hayretler içinde kasaptan aldığı etlerin kaybolmasına hayret ediyordu. En son ne zaman pirzola ya da bonfile yediniz? Biz haftada bir iki yiyebiliyorduk, tabii eskiden. Şimdi kasaptan bile alamıyoruz. Kasap Kosta’ya gelirken kayboluyormuş etler.

∗∗

Durum böyle olunca ada ilkokuluna giden çocukların beslenme çantalarına kilit takmak zorunda kaldık. Çocuklar akşam evde istedikleri gibi yiyemedikleri ve bizim istediğimiz gibi beslenemedikleri için güdükleşmeye başladı. Yani büyüyen çocuk, büyürken nasıl küçülür, adalılar olarak böyle bir saçmalığa tanık olduk. Zaten iki rüzgar esse hasta olacak garibanlar bir de yemek yiyemeyince bu sefer kafaları da çalışmayı bıraktı. Bir basit toplamayı yapamaz hale geldi çocuklar. Adeta bütün adanın çocukları akraba evliliğinden olmuşa döndü. Ne okuduklarını anlıyor, ne istediğini anlatabiliyor, ne gülüyor, ne eğleniyor, iyice denyo oldu garibanlar. Diğer adalarda böyle bir durum yok, bir bizimkiler günden güne eblehleşmeye devam ediyor. Analar babalar hayret içinde. Okulda öğretmenini ısıranı mı dersiniz, sınıfın kapı kolunu yemeye çalışanı mı dersiniz, artık adını siz koyun…

Ortalık bu haldeyken, önce bizim bahçede tuttuğumuz geleceğimiz çalındı. Geleceğimizin başına bir şey gelmesin diye hayallerimize bağlamıştık. Bizimkinden sonra tek tek diğer komşuların da gelecekleri çalındı. Hırsızı bulamadık, ya da en başından beri yanımızdaydı. Ama adalı insan birbirine güvenir, adada kimsenin başına bir şey gelmez, gelmesi düşünülemez bile. Neden gelsin yani? Düşünemiyorum gerçekten de. Bahçedeki ağaçlar, bitkiler, meyveler, yemişler soldu… Gelecekten sonra hayallerimiz de tek tek bahçelerimizden gitti, yitti. Bir ada ve ada hayatı da güzel bir gerçekken aniden bitti gitti.