Bizim ufak oğlan oyunu kullandı, Almanya’da. “İlk oyun mu?” diye sormuşlar sandık başında. “Evet” deyince de alkışlamışlar.

Kararlı, keyifli ve umutlu. Bir de, epey hızlı! Geçen yazımda, SOL Parti’nin ODTÜ öğrencisi milletvekili adayı, 21’indeki yaşıtı Deniz’le ilgili yazdıklarıma takmış.

Deniz’e onun hayallerini de paylaştığımı ama benim aslında çok az şey istediğimi söylediğim yazıya: “Çarşıya çıktığımda, caminin imamıyla ayaküstü şakalaşarak sohbet etmek; bana ‘komünist’ diyen AKP’li berberle şakalaşabilmek; partisi, kimliği, inancı ne olursa olsun aynı sokaklarda birlikte yürüdüğüm insanları dost olduklarından kuşku duymadan selamlamak… Bana düşman gözüyle bakmayan insanlar arasında dolaşabilmek…”

Deniz ne dedi bilmiyorum ama yaşıtı olan bizimki, “Yaşlandıkça yumuşuyor, sağa kayıyorsun!” diye yine iğneledi beni. Epeydir de öyle!

Oğlum” dedim, “Benim Kosova kitabındaki Rade ile ilgili bölümü oku, anlarsın.” Elinde kitap yoktur, olsa da sözümü dinler okur muydu, bilmiyorum. O bölümü özetleyerek buraya koyuyorum: 

Rade Nikoliç ben tanıdığımda 77 yaşındaydı. Sol tarafına felç inmişti. Belgrad’a hakim tepelerden birinde, Tito’nun desteğiyle edindiği iki katlı evin alt katında yaşıyordu. ... Hırvatistan Sırplarındandı. İspanya’da iç savaş patlak verdiğinde yüreği cumhuriyetçilerle çarpmış, o çarpıntıyı dinleyip Franko’nun falanjistlerine karşı çarpışmak üzere İspanya’ya gitmişti. … İspanya İç Savaşı’nda falanjistlere esir düşmüş, … Serbest kalır kalmaz, … , bu kez de … Partizanlar safında savaşmak üzere Yugoslavya’ya gelmişti. … Partizanlar en zorlu savaşlarını Almanların geride kalan birliklerine karşı (Srem’de) verdiler. Rade’nin birçok arkadaşı vurulup düştü, Rade yaralı kurtuldu.

Rade, Belgrad’da tepeden bakan evde son günlerini geçirirken, bir savaşçıdan çok bir entelektüele benziyordu. Yaşlı bir profesöre. … alt kattaki küçük odasında oturur, günlerini okuyarak, …, kendini hiç yalnız bırakmayan yaşlı dostlarıyla sohbet edip satranç oynayarak geçirirdi. O odada pek çok eski partizanla tanıştım. Sohbetlerine, keyifli atışmalarına tanıklık ettim. … Kimi Hırvat, kimi Boşnak, kimi Sırptı. Aralarında bir de Arnavut vardı. …

Rade ve arkadaşlarının sohbetleri genellikle neşeli bir havada geçerdi. … Etnik kökenlerine ilişkin alaycı sohbetler yaparlardı. İçlerinden biri, söz gelimi bir Boşnak, biraz saçmalasa, ‘Kırk Boşnak bir adam etmez’ gibi iğneleyici espriler yapar, hep birlikte gülerlerdi. … etnik kökenlerine ilişkin böylesine rahat konuşmalarını izlediğim günlerde, Yugoslavya’nın bu denli hızlı etnik parçalanma yaşayacağına asla inanamıyordum.

Sonra Yugoslavya’da neler olduğu malum… Birbirleriyle şakalaşan o eski partizanların çocukları, torunları bir “kimlik savaşı”nda kapı komşularını öldürdüler. Kan ve gözyaşı içinde parçalanıp bölündüler!

O yüzden ben, yarından sonra, örgütlü kötülüğün insanları birbirini boğazlayacak noktaya getirdiği kutuplaşma son bulsun istiyorum. Bizi kimliklerimiz ve düşüncelerimiz nedeniyle düşmanlaştıran siyaset bitsin istiyorum.

Yarından sonra, kimsenin yediğine-içtiğine-giydiğine-inancına karışılmasın istiyorum. Tartışacaksak eğer, sadece eğitim ve sağlığın parasız, herkesin aşının işinin, bir evinin olmasını, nasıl daha çok üretip daha adil paylaşabileceğimizi tartışalım istiyorum. 

Sadece depremin yıktıklarını dayanışmayla yapmayı konuşalım istiyorum. 

Yarından sonra, sabahın köründe kapı çalındığında, hiç endişelenmeden kalkılabilsin istiyorum.

O yaşlı partizanlar gibi, her konuda şakalaşıp ağız dolusu gülebilmeyi istiyorum.

Haydi, yarından sonra!