Ne demişti Romalı Terentius? “İnsanım ve insana dair olan hiçbir şey bana yabancı değil.” İnsanın başına gelen en berbat şeyler bile çok geçmeden insana dair oluyor. Mümkün dünyaların en kötüsünde yaşıyoruz, fakat her şeye hızla alışıyoruz. Bu gidişle insan enkaza dönüşecek. Her şey gündelik hayatla başladı. Karşı kaldırıma geçmek için trafik ışıklarının butonuna bastım ve yürümek gibi sıradan bir eylem birden bürokratik bir işleme dönüştü: “Geçiş talebiniz alınmıştır, lütfen bekleyiniz.” Talebimin onaylanmasını bekliyorum. Devlet dairelerine işiniz düştüğünde yaşayacağınız kafkaesk duyguyu, artık bedensiz bir ses size demokratik olması gereken sokaklarda, yürümek için hamle yaptığınız an yaşatıyor. Bürokrasi, devletin karanlık köşelerinden yayılarak sokakları ele geçirdikçe, gündelik hayatı kesintiye uğratan metalik sesler çoğaldı ve alıştık; fakat ben alışamadım, yadırgıyorum. “Lütfen bekleyiniz!” ikazı, Gezi Direnişinde direnenlere yöneltilen “Bekleme yapma!” komutuyla aynı merkezden yayılıyor. Bürokratik dil, insanı sokakların aydınlığından koparıp bürokrasinin loş koridorlarında gezintiye çıkarmaya yetiyor. Kendinizi birden elinizde evraklarla masaların arasında dolaşırken buluyorsunuz: “Ya evraklarım eksikse, talebim kabul edilmezse?” Hava alanında onay bekleyen dış hat yolcularının yaşadıkları da aynı duygu, ya bir aksilik çıkarsa? “Talebiniz alınmıştır” sesi, yürümenin artık izne bağlı olduğunu hatırlatıyor; demokratik haklarını haykırmak isteyenlerin yürüyüş izni almak için valiliğe başvurduklarında da işitilen aynı metalik ses. Kentte artık elinizi kolunuzu sallayarak yürüyemezsiniz.

***

Sokaklar size ait değil. “1789’dan başlayarak 19’uncu yüzyıl boyunca ve Birinci Dünya Savaşı’nın büyük devrimci ayaklanmalarında kent insanlarının ortaya koyduğu tez: Sokaklar halka aittir” (Berman ‘Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, İletişim). Bu tezin karşısında ise “sokağı öldürmeliyiz” diyen Le Corbusier’in tezi yer almaktaydı. Sokaklar öldürüldü ve sokakları, meydanları dolduran halk denilen kitle giderek buharlaştı. Berman, Baudelaire’in kentteki bulvar deneyimiyle Le Corbusier’nin otoyollardaki kent deneyimini karşılaştırır. Aralarında sadece yarım yüzyıl olmasına rağmen kent radikal bir şekilde dönüşmüş, her an patlamaya hazır maddi ve insani güçleri bir araya getiren ilişkisel bulvar yerini, hız mekânı otoyola bırakmıştır. “Arabadaki adamın perspektifi yirminci yüzyılın modernist kent planlama ve tasarımının paradigmalarını doğuracaktır” (Berman). Kenti ancak arabasının camlarından ya da ekrandan akan görüntüler olarak deneyimleyen, mega-makinenin bir parçası olan makine-insan. Görüntüler bedenine değmez, bedeninde hiçbir duygulanım yaratmaz, duyguları körelmiştir.

Bu gidişle yayaların soyu tükenecek. Tükendi mi yoksa? Kentin kaldırımlarında sadece yürümenin değil, diğer yayalarla bir arada olmanın da tadını çıkaran, bedeninin tüm yüzeyiyle duyumsayan, algıları açık, etkileyen ve etkilenen insanlara nadiren rastlanıyor. Onun yerine akıllı telefonlarına bakarak yürümeye çalışan, arabalı insan gibi, dışarısını ekrandaki görüntülere tercih eden ya da bir yerlere yetişmek için kaldırımlarda hız yapan araçlaşmış bedenler çoğaldı. Yayalar giderek azalıyor ve Ray Bradbury’nin öngörüsüne göre sonuncusu 2052 yılında görülecek. Son Yaya öyküsündeki Leonard Mead, kentin ıssız kaldırımlarında dolaşan son yayadır: “Yolunun üzerinde karanlık pencereli kulübeler, evler görürdü; bunun da pencerelerin ardında titrek ateşböceği pırıltılarının belirdiği bir mezarlıkta yürümekten farkı yoktu… Mezarlar, televizyon ışığıyla kötü bir şekilde aydınlatılmış, insanların ölü gibi oturduğu; gri ya da çok renkli ışıkların yüzlerine dokunduğu, ama gerçekte onlara dokunmadığı mezarlar.” Sokakları öldürüldüğünde kentler ölüler kentine, sakinleri de yaşayan ölülere dönüşür.

Boyun eğdikçe her şeye alışılır. İnsan yadırgamayı unutur. Oysa insana dair olan her şey asla insani değildir. İsyan edemez, iradesini metalik ses ele geçirmiştir. Ve zamanla enkaza dönüşür: “İnsan, olsa olsa zamanın enkazıdır” (Marx). Ama insan zamana direniyor. İşitiyor musunuz? Enkazın altından yaşam sinyalleri geliyor. Ve ardından yine aynı metalik ses: “Yaşama talebiniz alınmıştır, lütfen bekleyiniz!”