Büyük biricik yuvamız olan dünya kapitalizmin kuşatması altında. İktidarların kullanışlı sömürü aracı kabul edebileceğimiz örgütlü inanç yapıları her devirde olduğu gibi zamanın ruhuna ayak uydurmuş durumda. Ürün değil ihtiyaç fazlası çöpler üretiyoruz. Emeği değil gösterişi alkışlıyoruz. Ahlakı kurnazlığa kurban ediyoruz. Aç yatarken tok olana hayranlık duyuyoruz. Devrin ekranında varsıllık hiç olmadığı kadar cüretkâr pozlar veriyor, izliyoruz, izliyoruz. Gelişmişiz ama hoşgörü gibi yalın bir mekanizmayı anlayıp harekete geçirmekten uzağız. Demokratız fakat gün yüzüne çıkarmadığımız yargılarımız var. Bakımlı ve formdayız ancak içimiz bir türlü kapatamadığımız tatmin yaralarıyla dolu. Monarşi de neymiş, sembolik bir yapı diyoruz demesine de sömürgeciler tarihlerine her gün yeni zaferler eklerken olan bitene öylece bakıyoruz. Dikta hak, direniş haram. Manevi değerler bahanesiyle dünyanın dört bir yanında kadınlar tutsak, ruhları darmaduman. Eril ihtiyaçları giderecek, hizmette kusur etmeyeceklerse varlıkları helâl, özgürlüğü düşleyip yeni sözler söyleyeceklerse aldıkları nefes bile haram. Yılan bize dokunmadığı sürece iki yüzlüyüz vesselam.

Hırçınlığın dili, çözüme aralanan kapıları kapatır biliyorum yine de çocukların ve gençlerin derin huzursuzluğunu görünce, yaşlarının gereğini yaşamadan belirsiz bir ömrün geleceği için bunca korku yaşamalarına üzülüyorum. Bir o kadarının da duyarsızlaşmasına neden olan, onlara her gün farklı bir haz aracı sunan yanıltıcı dünyayı sorguluyorum. İlgi ve dikkatimizin çocuklarımızdan uzaklaştığı kariyerist yaşantılarımıza bakıyorum. Şaşırıyorum. Tüm bunları düşünürken kusurlarımla konuşuyor, kusurlarımla hesaplaşıyorum. Farkındalık nişanını takalım, okur yazarlık silahımızı kuşanalım, dezavantajlı hayatları, doğumu ile ölümü arasında yaşamaya fırsat bulamayan güzel çocukları, düşünen ve üreten kadınların haklarını savunalım istiyorum. Bu niyetle iki kitap seçtim, sizlerle paylaşıyorum.

***

İspanyol yazar Cerda “herkes kadar şanslı olmayanlara” odaklanan çocuk romanı MIGUEL’de sıradan bir çocuğu sıradan bir alışveriş gününde çöp bidonunu karıştıran derbeder bir adamla karşılaştırıyor. Bu karşılaşma çok doğal görünse de tuhaf adamın kitaplardan bahsetmesi ve küçük Miguel’e şiir okumasıyla sıra dışı olayların kıvılcımı çakıyor. Hikâye, yoksulluğa, yuvasızlığa, aileden uzak olmanın hüznüne, yaşlılığa, hastalığa, yara almış aidiyete, bir şekilde yaşama tutunmaya çalışanların azim ve dirayetine, görmenin görkemiyle yaklaşıyor. Sıradan çocuğu bir tişörtün baskısına hapseden, özlem dolu bir mektubu yazan tükenmez kaleme dönüştüren hatta bir başka bedene misafir eden zihni, uğursuz bir lanet mi yoksa bir hediye mi? Bilmediği dünyaların sarsıcı gerçekliğini sırtlanıp yüreğini harekete geçiren çocuk, zihnine yerleşen gizemli şiiri bir başkasına okumalı mı? Kitap, acının dolaylarında dolaşanları, ayakta durma çabasının yorgunluğunu taşıyanları gözeten duyarlı sonuyla kendini görmek, kendine dönüşmek, ötekinin dünyasına şefkatle erişmek isteyenlere cesaretle nefes aldırıyor. Galiba hayat tesadüf olduğunu düşündüğümüz ancak üst bilinçte anlamlı birer karşılığı olan sayısız temastan oluşuyor.

İletişim Yayınları - Yazan: Alfredo Gómez Cerda, Resimleyen: Javier Zabala, Çeviren: Saliha Nilüfer, Editör: Bahar Siber - Özgün Fortaİletişim Yayınları - Yazan: Alfredo Gómez Cerda, Resimleyen: Javier Zabala, Çeviren: Saliha Nilüfer, Editör: Bahar Siber - Özgün Forta

SİNDİRELLA Özgürlük Kedisi, klasik Sindirella masalının ana iskeleti korunarak kaleme alınmış, modern dokunuşlarla iyilik ve paylaşım odaklı bir dönüşüme uğramış, özgürleşmeye ihtiyaç duyanlara adanmış bir masal. Etkileyici üslup okura özgürlük fikrini fısıldarken hikâyenin seyrini biçimlendiren canlılara varoluşlarını yorumlama ve başka bir yaşamı tercih etme hakkı sunuyor. Kibrin yıkıcılığını, mutluluğu “en”lerde aramanın yanıltıcılığını, “birini çok sevdiğinizde o tıpkı sevgi gibi görünür” diyen yazarın bilgeliği sarmalıyor. Baloya gitmeye hazır olan Sindirella’yı kıza dönüşmüş bir gece olarak tarif eden sihirli anlatım süsün yarattığı hantallığı dile getirmekten de çekinmiyor. Saklamanın yükünden kurtulma ve gerçekleri söyleme yürekliliği insanı nasıl da hafifletiyor. Kişinin aidiyetini ve nasıl biri olduğunu ailesi değil kendi sözleri ve eylemleri belirliyor. Umut ve hayallerle dolu olan bir kalp için esaretten çıkış yolu bir şekilde bulunuyor. Üvey annenin yarattığı atmosferin kalbimizin ve kafamızın içindeki uğultulara benzetildiği masalda iyilik perisi hangi tutumlarımızı temsil ediyor? Bir masalı dinlerken mutlu sonlara ihtiyaç duyanlardan mısınız? Peki ya Sindirella’nın gerçek adını, üvey kız kardeşlerin yazgısını ve çok daha fazlasını öğrenmeye hazır mısınız? Yazar, C.S.Evans’ın 1919 yılında masalı yeniden yazdığı dönemde Arthur Rackham’ın resimlediği “silüet kız”ın ruhunu çok sevmiş ve bu resimleri yeni nesil ile buluşturmak istemiş. Kül kedisinin aşırı iş yüküne çözüm olarak boş vakit yaratmak yerine hikâyede farklı bir revizyona gitmiş. Günümüzde bir kadının ekonomik geleceğinin tümüyle evliliğe bağlı olmadığını düşündüğü için prens ile evlenme beklentisine güzel çözüm bulmuş bir yönüyle Prensi de özgürleştirmiş. Güzellik kavramını da masalın eski versiyonlarının dışında ele alan yazar kalabalığın arasında zayıf hissettiğimizde giyindiğimiz bencillik giysisinden bahsetmiş. Nefret ve zaaflar bir köşede dururken paylaşım ve sevgiyi merkeze almış. Büyükannelerinin ebeveyn şefkatinden yoksun geçmiş çocukluklarından etkilenmiş, çok çalıştırılan, değersiz görülen, kendini yalnız hisseden çocukların kendi hikâyelerini özgürce yazabilme umutlarını diri tutmak istemiş.

Varlığın kabulünü, eylemin değerini, özgürlük talebinin doğallığını kapsayan anlatı, cinsiyet ayrımı yapmaksızın çocukların zihinlerine ışık tutacak güçte. Acımasızlıklarla dolu versiyonları bulunan masalın bugüne dek yazılmış olan en tutarlı hür hali.

Dinozor Çocuk - Yazan: Rebecca Solnit, Resimleyen: Arthur Rackham, Çeviren: Duygu Gençağ, Editör: Nihal ÜnverDinozor Çocuk - Yazan: Rebecca Solnit, Resimleyen: Arthur Rackham, Çeviren: Duygu Gençağ, Editör: Nihal Ünver

***

Salah Birsel’in ‘Yalnızlığın Fırınlanmış Kokusu’ adlı günlüğüne yazdığı ve Ferhan Şensoy’un da ‘Düşbükü’ adlı öykü kitabının girişine taşıdığı sözleri paylaşmak isterim. “Sanat sevgidir. Sevginin özel mektubudur. Bir başka deyişle altmış kıyye (okka) ağırlığında iki mumdur. Biri yaşantıya bağlılık ise öbürü alçakgönüllüktür, yaya cenkçiliğidir.”

Edebiyat kaba kuvvetle, tehdit ya da baskı ile gücüne karşı koyulabilecek bir sanat değildir. İktidarların, hükümdarların, öteki dünyaya kurtuluş bileti kesen tacirlerin baş edemeyeceği özgür yaşam flamalarından biridir. Gölgesinde parlayan, kalemi ve kelâmı satın alınamayan yazarların eserleriyle buluşmak, yaşama alçak gönüllülükle bağlanmak umuduyla…İyilikle kalın!