Google Play Store
App Store
Yaşamın görünmeyen yüzü
SARDUNYALARIN KIŞI, Şenay Eroğlu Aksoy, Everest Yayınları, 2024

Esme ARAS

Şenay Eroğlu Aksoy’un, “Evlerin Yüreği” (2012) ve “Gece Çığırtkanları” (2015) adlı kitaplarının ardından “Sardunyaların Kışı” adını verdiği öyküleri Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Antalya’da Muratpaşa Belediyesi’nin 16-19 Kasım 2023 tarihleri arasında 8’incisini düzenlediği Antalya Edebiyat Günleri’nde, on altı öykünün yer aldığı “Sardunyaların Kışı” en iyi öykü kitabı ödülüne değer görüldü.

Kitabın adını taşıyan ilk ve onu takip eden iki öyküde bazen bulanık bazen duru, bazen derin bazen sığ olmak üzere karşımıza bir su metaforu çıkıyor. Denize ulaşma ihtimali olan ırmaklardan, suyun çağıldayarak kopup geldiği kayalardan, köpüklenerek aktığı kıvrımlardan... Salkım söğütlerin başını suya uzattığı kıyılardan, huzursuzluğun yapışkan bir ıslaklıkla çevrelendiği ev içlerinden, geceleyin yol ayrımlarından… Karanlık düşüncelerden, keskin gölgelerden, uğultulardan ve iç bunaltılarından geçiyoruz. Doruklara ulaşıp sonra tırmandığımız yolları gerisin geri yürüyüp başladığımız yere dönüyoruz. Daha çok uzaktaki kendini, kendi yarısını (yarasını) başkasında değil de kendinde, geçmişinde arayan karakterlerin anılarına yapılan sisli bir yolculuğa ortaklık bizimkisi. O yolculukta çiçekler ya susuzluktan dalında kuruyor ya da suya kavuşur kavuşmaz etek uçlarından dökülerek akıntıya kapılıyor. Neler olup bittiğini öğrenmekten çok an parçalarının içinde yüzüyoruz. İmge, simge, metafor yüklü kapalı metinler, albüm yaprakları gibi önümüzde birer birer açılıyor. Harabe bir ev, dile gelip konuşuyor. Ana karakterlerin çoğunca kadın, anne-kız, baba-kız, kadın-erkek olduğu öykülerin birbiriyle ilintisi mi var? Bir anı kırıntısı, geçmiş yaşantısı üzerinden birbirine bağlı, yoksa bağlamlı mı bu öyküler, sorusunu soruyoruz durmadan. “Gittikçe azalan umut gibi uzaklaşıp görünmez” olan o şey de ne? Belki eski cıvıltısı kalmayan bir ilişki, çocuk sahibi olma ümidi, yitirilen gençliğin gölgesinde geçen bir sevgi…? Geçmişe gittikçe bugünün sis perdesi aralanıyor, gölgeler kımıldamaya başlıyor, anılar bulanık bir nehirde yavaşça beliriyor. Böylece hatırlamanın yorgunluğu çöküyor ortak hafızaların üstüne.

Uyku bir kadının gözlerinden günbegün çekilirken, derin uykusundaki adam, iki kişilik yatağın orta yerinden ayrıldığını fark etmiyor. Onun ne düşündüğünü hatta bir şey düşünüp düşünmediğini, rüya görüp görmediğini bile bilmiyoruz. Sanki bir ölü. Oysa her gece uzun ve tüysüz fare kuyrukları, çığlık çığlığa bağrışan kargalar ve ölü kuş kafaları bölüyor kadınların uykusunu. Yükseklerde dönenip duran kartallar, havlayan köpekler, bazen de renkli balıklar eşlik ediyor genç kadınların gündüz düşlerine. Ne zaman elleri dış kapının koluna gitse, akıllarda bir yılan kımıldanıyor ve her seferinde uzun beyaz gecelikleriyle acı veren yataklarına dönüp beyaz çarşafların üzerine uzanarak, bir kez daha gerçeklere gözlerini kapıyorlar. Tıpkı bir ölü gibi. Çünkü paylaşımsız dünyaların batağında ilk önce gözler, daha sonra heveslerle hayaller, en sonunda bedenler ölüyor yavaş yavaş.

Bedenle akıl arasındaki mesafe bir uzaklaşıp bir yakınlaşıyor. İnsanın aklıyla bedeni arasındaki bağlantı, o iletimde ya da iletişimsizlikte neler olduğu, olabileceği ilgilendiriyor yazarı. Gerçek, aklın gırtlağına bıçağını dayarken, kalabalıklar irinli su birikintilerine dönüşüyor. Azgın ellerde taş, dudaklarda küfür ve ateş. Yıkım, is, zifir yağıyor kentlerin üzerine. Çocuklar korkuyu, tekinsizliğin ne demek olduğunu, gri sakallı erkek güruhundan öğreniyor. Kadınların cesareti, yasaklara ve erkek bakışlara meydan okuyan tavırları olmasaydı şu dünyada… Tomurcuğa durmuş çiçekler, kekik kokusu, o güzel portakallar, iyi hava kümülüsleri, küçük serçeler de olmasa… Sonra bir kentin damarlarından yaşamı fısıldayan fotoğraflar, kaleme alınmış iyi öyküler ve kitaplar olmasa… Kirli sularda sürüklenen kırık dal parçalarına dönen, göçük altındaki acıklı hayatlarımızdan kaçış yolu olur muydu hiç? İçinde umut barındıran yeni başlangıçlar için sıcacık gülüşler kaplasın isteriz göğümüzü. Çocukların gözyaşları dinsin, yaşamın renkleri doruklardan aşağı neşeli kıvrımlarla insin.