Yaşamın kıyılarına ince dokunuşlar

NAZIM MUTLU

Sanatın varoluşundan gelen yükü yeterince ağırdır. Sanatçının ona ek görevler yüklemesi, özgün bileşimi olan sanatsal yapıyı bozar, kırar, çökertir. Böyle kaygılarla yapılan resmin, bestelenen sözün, yazılan şiir/öykü/romanın alıcısıyla barışık bir ilişki kurması güç, hatta olanaksızdır.

Yaşamını öğretmenlikle sürdüren Ali Turgay Karayel’in öykülerini bir araya getiren ilk yapıtı “Karşılaşma” için söylenebileceklerin başında şu özellik gelir: Öykünün kendi doğasında var olan yükü yeni yüklerle ağırlaştırmamak. Sanat yaşamını gelip geçene “ders verme” kaygısıyla doldurmaya çalışanın yitireceği en önemli şeyin yine “sanat” olacağı bilinciyle yola çıkan Karayel’in kalemi bu anlamda çok rahat. İnsanı, insanın toplumsal yaşamdaki konumunu ve sorumlu duruşunu öykünün taşıyabildiği ölçülerle anlatmayı ilk kitapla başarmak kolay değildir. Karayel, bu açıdan sonraki adımlarında izlenmeyi hak ediyor.

120 sayfadan oluşan Karşılaşma’da 26 öykünün yer aldığını söylersek, yazarın kısa öyküden yana tutum aldığı anlaşılır, doğal olarak. Günümüz insanının bizdeki gibi büyük kentlerle taşra arasında gidip gelen yaşamından özenle seçtiği kesitlerin dil-kurgu düzleminde dengeli bileşimlerle okurunu sessizce sarmalayan öykü dünyası var Karayel’in. Yaşamın ekmek için Avrupa kapılarına sürüklediği gurbetçinin rüyasında kendi kasabasının belediye başkanı olmasından Anadolu kültüründe köklü geleneği olan güreş sporuna, bürokrasinin yarattığı karmaşa içinde “yurttaş” olmanın gereğini yerine getirmeye çalışan “vatandaş”ın uğraşılarından okul denetimine gelen bakanlık yetkilisinin “asil” davranışlarına, bir türlü yerine oturmayan çalışma yaşamımızın iş kazalarına açık kapısından geçerek bir çırpıda can veren elektrik onarımcısından ciddiyetini yitirmiş yargı düzeninde adalet arayan bireyine dek birçok yaraya dokunan Karayel, kurguyu gösteriye boğmadan gerçeğin ruhuna ulaşıyor. İstanbul, Kastamonu ve İnebolu kimi öykülerin gerçek mekânı olarak doğrudan anılmakla birlikte bir yer adı verilmeksizin tasarlanan öykülerin hemen tümünde bu yerlerin varlığı seziliyor.

Kitaplaşmadan önce Varlık, Çağdaş Türk Dili, Sözcükler, Öykü Gazetesi gibi kimi süreli yayınlarda yer alan kısa öykülerinde Karayel, kimi öykü girişlerinde Dağlarca, Proust, M. Cevdet Anday, Ferit Edgü gibi sevdiği yazar ve şairlerden yaptığı kısa alıntılarla yazınsal çizgisinin oluşumuna ilişkin ipuçlarını da sunuyor okura. Ancak yazarın yazınsal çizgisine ilişkin ipuçları bununla sınırlı değil. Öykülerinin çoğuna ustalıkla serpiştirdiği gülmece ögeleriyle Aziz Nesin-Gogol-Muzaffer İzgü; gösterişsiz dili ve yalın, kısa tümceleriyle Sait Faik-Haldun Taner çizgisine yakınlığını gizlemiyor. Özellikle eğitim ortamını yansıtan kimi öykü kişilerinin okuduğu yazarlardan, kitap, dergi ve gazetelerden söz edilmesi, bu belirlemenin başka örneklerini oluşturuyor. Cumhuriyet gazetesinde yer alan bir köşe yazısından esinle oluşan “Cesaret Hakkı” başlıklı öykü, güçlü kurgusu ve iletisinin yanında Karayel’in çizgisine ilişkin daha açık örneklerdendir.

Çoğunda öykü kişisinin bakış açısıyla yönlendirilen akış içinde küçük ayrıntıları kısa betimleme ve konuşmalarla somutlaştıran A. Turgay Karayel’in birinci kişili anlatımı yeğlemesi, öykülerin gerçek yaşamla bağını güçlendiriyor. Ülkemizin toplumsal-siyasal yapısında yatan çelişik durumların fon olarak yer aldığı öykülerde gülmece güçlü yanlarıyla öne çıkıyor ama Karayel daha özel alanlarla sınırladığı öykülerinde de bu yanının gücünü gösteriyor okura. Kitabın “Sevinç” ile “Mavi ve Siyah” başlıklı son iki öyküsü bu açıdan ayrıca dikkate değer.

Okurunu ciddiye alan ama yormayan, yaşamsal kesitleri kişi-mekân-dil dengesini özenle korumayı başaran, yaşamın kıyılarına ince dokunuşlarla öykü dünyamızı selamlayan Karayel’i öykü severlere önemle duyururum.