Yaşatmak elimizde!

Erol Perçin - Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği Bolu İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri
Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi’nde Grand Kartal Otel’de yaşanan ve yarıya yakını çocuk 78 yurttaşımızın hayatına mal olan facia, yıllardır süregelen ihmaller zincirinin yakın tarihte benzeri görülmemiş çarpıcı bir örneğidir.
Kartalkaya, yıllardır kış turizminin parlayan yıldızı olarak tanıtıldı. Devasa oteller, milyon dolarlık pist projeleri ve “Türkiye’nin Alpleri” sloganlarıyla büyütülen bu “rüyanın”, nasıl bir kâbusa çevrildiğine ülkece tanıklık ediyoruz. Asrın ihmali olarak nitelendirdiğimiz 6 Şubat depremlerinin yıldönümüne yaklaşırken bir kez daha denetimsizlik ve ihmaller sonucu can kayıpları yaşanmasının derin üzüntüsü ve öfkesini taşıyoruz.
Türkiye denetimsizliğin, ihmallerin, sermayenin kâr hırsına dayalı uygulamaların neticesinde katliamlar ülkesine dönüştürüldü.
Yapılarda yangın güvenliği açısından öncelikle yapılması gereken şey, önlemler alarak insanların binadan tahliyesini güvenli olarak sağlamaktır. 21 Ocak sabahı bu elim tabloyla karşılaştığımızda ise ilk gördüğümüz yangın felaketinin gerçekleştiği tesiste yangın güvenliğine ilişkin herhangi bir emarenin söz konusu olmadığıydı. Yangından kurtulan yurttaşlarımızın beyanları dikkate alındığında algılama ve uyarı sistemlerinin çalışmadığı, kaçış yollarının tespit edilemediği ilk etapta gözlemlenen teknik eksiklerdi. Diğer taraftan yangının büyümesini engelleyecek ve mevzuat gereği tesiste olması gereken otomatik yağmurlama sisteminin bu yapıda olmadığı gerçeğiydi.
Kaldı ki tek bir mevzuata dair sorumluluğu olmayan bu tip turizm işletmelerinde en basit önlemlerin dahi alınmayışı başlıbaşına ihmalin büyüklüğünü açığa çıkartıyordu. Elbette karartılmayan bilirkişi raporları berrak bir şekilde açığa çıktığında söz konusu yangına ilişkin detaylara kamuoyu olarak hâkim olmamız mümkün olacaktır. Fakat gerek otel çalışanların beyanı gerekse bu faciadan sağ kurtulanların beyanı bizlere, bu işletmede yangın güvenliğine ilişkin herhangi bir önlem olmadığıyla birlikte, olayın ilk günü açıklama yapan Kültür ve Turizm Bakanı’nın işletme lehindeki ifadelerinin doğruyu işaret etmediğiydi.
Bilindiği üzere yangın ve yangın söndürme sistemlerinin projelendirilmesi alanında uzman mühendisler hizmet vermektedir. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği olarak, uzman mühendisler tarafından çizilmesi gereken projelerin yönetmeliğe uygun olup olmadığının; uygulamanın da projeye göre yapılıp yapılmadığının disiplinli bir şekilde denetlenmesi gerektiğini yıllardır yüksek sesle söylüyoruz. Yapılmış olan sistemlerinse periyodik olarak kamusal düzlemde denetlenmesi gerekliliğini ifade ediyoruz. Gel gör ki, bugün yaşadığımız bu acı tablo gösteriyor ki, Odalarımızın denetleme yetkisini bertaraf edenler, kulağını bilimin ve tekniğin gerçeklerine kapatıp, sermayenin ihtiyaçlarına cevap vermekten başka bir şey yapmamıştır.
AKP iktidarı boyunca, kamu kurumu niteliğinde olan meslek kuruluşlarımızın bu tip projeleri üreten üyeleriyle olan ilişkisi koparılmaya çalışılmış, denetim mekanizması içerisindeki rolü tırpanlanmıştır. Her daim siyasi iktidarın ajandasında yer alan meslek kuruluşlarımızın, yıllardır ifade ettiği bilimsel yaklaşımlar dışlanmış, birçok akademik çalışma neticesinde açığa çıkmış raporlar göz ardı edilmiştir. Sadece yurttaşlarımızın canını yitirdiği katliamlar nezdinde değil, doğanın talanı karşısında yaşamın sürekliliği için söylediğimiz her söz kasıtlı olarak “terörize” edilmiş, görmezden gelinmiştir.
Kamusal alana karşı sorumluluğunu ayan beyan her zeminde ifade eden bizler, kamusal denetim anlayışının tesis edilmesi gerekliliğini, bu ve benzeri acılar yaşanmasın diye, alınması gereken tüm tedbirler nezdinde sorumluluktan imtina etmediğimizi göreve hazır olduğumuzu söylüyoruz. Lakin iktidar eliyle bilinçli bir şekilde gerek mevzuatların biçimlenişi gerek uygulama aşamaları, gerekse denetim süreçlerinden Odalarımız el çektiriliyor, toplumun bütünü fıtrat temelinde bir anlayışa tahkim ediliyor.
İKTİDAR SORUMLUKTAN UZAKLAŞTIRILMAYA ÇALIŞILIYOR
Sorumluluk algı yönetimiyle iktidar kurumlarından uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Yekten ifade etmek gerekir ki bu tesis için, sorumluluk Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığındadır. Suyu bulanıklaştırmaya çalışan anlayışın temel görevlerinin toplum olarak farkındayız. Kendi üzerindeki esas “suç” bir başka zemine kaydırılarak hakikat manipüle edilmek istenmektedir.
Özellikle bazı yayın kuruluşları aracılığıyla ilgili tesiste Bolu Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü tarafından, ek ve bağımsız 70 m2 bölüme verilmiş uygunluk raporu, yangının çıkış nedeni olarak gösterilmek isteniyor. Yangının çıkış noktasının bu bölümle ilgisi olmamakla birlikte, bu bölüm üzerinden Bolu Belediyesine atfedilen ithamın ne hukuksal ne de bilimsel bir karşılığı yoktur. Bu başıboş çaba, konunun özünden sapıp, iktidar muhataplarını aklama gayretinden başka bir şey değildir.
Diğer taraftan kamuoyuna yansıyan denetime ilişkin Bolu Belediyesi İtfaiye Raporları göstermektedir ki, tesiste yangın güvenliğine ilişkin majör eksikler mevcuttur. Otel işletmesinin Bolu Belediyesi İtfaiye Müdürlüğünden talep ettiği denetimi geri çektiğini görüyoruz. Gel görelim ki, söz konusu işletmenin faaliyetine devam edebilmesi için hangi kurum nezdinde onay alınmıştır, bu rapor nerededir tamamen muamma. Böylesi bir rapor varsa hangi teknik saiklerle uygunluk verilmiştir tartışma konusu. “Böylesi bir rapor olmadan işletme faaliyete mi geçti?” sorusu ise ayrıca incelenmelidir.
Başka bir sorun ise, suç isnat edilen ve görevini ifa etmediği iddia edilen iş güvenliği uzmanları. Bu ve benzeri katliamların hukuksal çıktılarına baktığımızda hiçbir kamu görevlisi zan altında neredeyse kalmamış, tamamen işveren ukdesinde olan iş güvenliği uzmanları esas suçlu olarak gösterilerek işveren ve kamu görevlileri aklanmıştır. Meslek kuruluşları olarak işçi sağlığı ve iş güvenliği anlamındaki yaklaşımların işverenden bağımsız değerlendirilmesi gerektiğini söylüyoruz. Ama sermayedarların taleplerinin karşılandığı bir sistemde sunduğumuz bilimsel talepler yok sayılmaya devam ediliyor.
Buradan hareketle ilgili tesisin iş güvenliği uzmanı diye göz altına alınan meslektaşımızın serbest bırakıldığını, hukuken ilgili işletmeyle herhangi bir ilişkisi olmadığını öğreniyoruz. Bu gerçek şu soruyu beraberinde getiriyor, mevzuat gereği “az riskli” olarak görülen bu işletmenin kendi bünyesinde çalıştırdığı bir iş güvenliği uzmanı var mıydı, yoksa dışarıdan herhangi bir hizmet almakta mıydı? Bu iki sorunun ve yine denetimin yetkisi ilgili bakanlıktadır. Maalesef bulanıklaştırılmaya çalışılan bir süreçte böylesi bir sorunun muhatabı bakanlıkların konu hakkındaki cevaplarına hâkim değiliz.
Diğer önemli bir konu, tesisin ağır hasarlı olduğu ve acilen yıkılması gerektiğine dair yapılan açıklamalar. Bu yapılan ön inceleme tamamen gözlemsel olarak binanın taşıyıcı sistemindeki hasarlara göre verilir. Gözlemsel inceleme bina hakkında önbilgi verir. Binanın kesin hasar durumu taşıyıcı elemanlarından alınacak numunelere bağlı olarak yapılacak bilimsel teknik hesaplamalar sonucunda ortaya çıkacaktır. Şu aşamada binanın acil yıkılması gerektiğini gösteren herhangi bir rapor meslek kuruluşları olarak bize ulaşmamış veya kamuoyuna yansımamıştır. Adli ve idari soruşturma tamamlanmadan, söz konusu tesisin yıkım talebi ancak ve ancak delillerin karartılması ya da daha da vahimi sigorta ve benzeri yükümlülüklerden tazmin hesabı yapılmasından başka bir şey değildir. Bina bulunduğu konum gereği münferit bir halde, gerekli tedbirler alındığı takdirde herhangi bir yaşamı riske sokacak durumda değildir. Tüm inceleme ve soruşturma süreci bittikten sonra, riskler göz önünde bulundurulduğunda yıkımına ilişkin bir itiraz elbette geliştirilmeyecektir.
Ana muhalefet lideri ve çeşitli basın kuruluşları aracılığıyla bilirkişi ön raporu olarak teknik inceleme sonuçları kamuoyu ile paylaşıldı. Adalet Bakanı tarafından “korsan” rapor olarak nitelendirilen bu belgede, yaşanan katliamın tüm sorumluları ve kusurluları, teknik eksiklikleriyle ifade edilmiş durumda. Diğer taraftan yerel yönetim temsilcisi söz konusu raporun hazırlanmasına katkı sunan bilirkişilerin görevden el çektirildiğini, tehdit edildiğini savunuyor. Adalet Bakanı da “korsan” olarak nitelendirdiği bu raporu, konusunda daha uzman bilirkişilerle olayı neticelendirmek istediklerini söylüyor.
Yıllardır yaşadığımız katliamlardan öğrendiğimiz temel gerçeklik, Adalet Bakanı’nın samimi olmadığıdır. Bilim ve tekniği, adaleti, hukuku önceleyen bir anlayışın yönettiği sürecin içerisinde olsaydık, makul değerlendirmeler yapabilirdik. Ama geldiğimiz noktada belki Adalet Bakanlığı’na bağlı bir genel müdür eliyle bilirkişi heyeti gerçek olmayan bir nedene tabi tutularak, rapor hazırlaması istendi. Bu baskıya tenezzül etmeyen ahlaklı insanların onayı olmadı. Ama bu bilirkişilerin hazırladığı rapor gözaltı süreleri dolmakta olan insanları tutuklamak için kullanıldı. Elbette tüm bunların hepsi iç acıtıcı iddia. Adalet Bakanlığı nezdinde sürecin teknik üniversiteler eliyle soruşturulması talebi altında yatan da başka bir gerçek. Esas gerçeklik ne şekilde kamuoyuna yansıtılır bilemiyoruz. Ama üç bakanlık tarif etmiştim az önce sorumluluk sahibi. Yaşananlardan öğrendiğim kadarıyla artık Adalet Bakanı da sorumludur! Katledildiğimiz bir coğrafyanın ikameti değilse istediğimiz, ucuz ölümler ülkesi olmak değilse tahayyülümüz hesap sorulması gereken merciler gayet berrak ve açıktır.
ARKASINDA KİMLER VAR
Bu faciayı konuşurken, olayın perde arkasını görmezden gelmemeliyiz. Kartalkaya’daki devasa tesislerin arkasında kimlerin olduğunu sorgulamak zorundayız. Turizmden gelecek dövizin cazibesi, doğanın dengesini altüst eden projelere onay verilmesine kim nasıl neden oldu? Kim bilir, belki de birilerinin banka hesapları kabarsın diye, bugün yarısına yakını çocuk 78 yurttaşımızın tabutları omuzlarımızda.
Üzgünüz, öfkeliyiz! Bu memleketi sermayenin kâr hırsına, muktedirlerin koltuk savaşlarına terk etmemeye kararlıyız.
Düşlerimiz güzel insanların eliyle kuruldu, yaşatmak hepimizin elinde! Gerçeği toplumsallaştıracak, doğruyu savunacak, yaşam için örgütlenecek, mücadele edeceğiz.