Kamu otoritesi halk için, halk yararına kararlar almakla mükelleftir. Eğitim, bilim, teknoloji, sanayi politikaları bunun en önemli göstergeleridir. Bilim ve tekniğin hangi amaçlara hizmet ettiğini, daha doğrusu etmesi gerektiğini hepimize hatırlatan günlerden geçiyoruz.

Yaşatmak için bilim, kamu yararı için politika
Fotoğraf: DepoPhotos

Aytül FIRAT

Çaresizliğin ilk günlerinde hem askerî hem teknolojik olanakların seferber edilmesini bekledik. Halen daha anlaşılamayan sebeplerden ötürü ilk günlerde TSK’ya ait herhangi bir unsuru deprem bölgesinde göremedik. Oysa maharetleri çokça övülen askerî teknolojik aygıtlar da askerî amaçlar dışında, hiç olmasa bir kez hayat kurtarmaya hizmet edebilirler; keşif, tespit, aydınlatma gibi amaçlar için kullanılabilirlerdi. Depremden ancak üç gün sonra baz istasyonu yerleştirilmiş Aksungur İHA’ları deprem bölgelerinde görmeye başladık. Aralarında Baykar İHA’larının bulunduğu farklı tip araçlar da bir sonraki hafta nihayet deprem bölgelerinin görüntülerini aktarmaya başladılar. Termal kamera ve dürbünler de enkaz altında hâlâ sağ olanları tespit edebilmek için kullanıldı. Diğer yandan birincil amacı tahrip etmek, öldürmek olan bir teknolojinin deprem gibi bir doğal afet karşısında ne kadar işe yarar olabileceği de ayrı bir soru.


Bilimsel-teknolojik konularda Ar-Ge faaliyetleri kamu tarafından teşvik edilen bir alan; yani devlet vergilerimizle ülkede çeşitli kurumlar aracığıyla yürütülen Ar-Ge faaliyetlerini, belirli amaçlar doğrultusunda destekliyor. Merkezî yönetim bütçesinden Ar-Ge faaliyetleri için ayrılan ödenekten “savunma” alanına giden pay 2008’de yüzde 17,2 iken, 2022’de tam olarak iki kat artarak yüzde 36,4’e çıkmış. Yani kamunun ülkedeki üretime yönelik teknoloji araştırmaları için ayırdığı toplam desteğin 1/3’ü savunma sanayi araştırmalarına gidiyor. Böylelikle geri kalan kısım da diğer tüm alanlara dağıtılmış oluyor. Savunma sanayi giderek büyüyen bir sektör. 2012 yılında 4,74 milyar USD olan cirosu, 2021 yılında 10,15 milyar USD’a çıkmış; özellikle ihracat potansiyeli çok fazla vurgulanıyor. Aynı raporlarda görebildiğimiz kadarıyla sektördeki istihdam da bu rakamlara eşlik edecek şekilde büyümüş; örneğin 2015’te sektörde istihdam edilen toplam mühendis sayısı 10.660 iken, 2022’ye geldiğimizde bunun iki katına çıktığı, 21.828’e ulaştığı görülüyor.

Askerî mühendisliğin geçmişi, sivil mühendisliklerin hemen hepsinden eskiye uzanıyor. Savaş alanının tahkimatı, saldırı ve savunmanın geometrik hesaplamalar gerektirmesi askerî mühendisliği erken zamanlarda ortaya çıkarmış; devletler için taşıdığı kritik önem sebebiyle de en erken merkezileşen ve kurumsallaşan eğitim alanlarından birisi. 18. yüzyıl boyunca Rusya, Avrupa ülkeleri ve ABD’de, yüzyıl sonlarına doğruda da Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk askerî mühendis okulları kuruluyor. Sivil mühendislik (inşaat mühendisliği) ise 19. yüzyıl ortalarından itibaren bir meslek olarak görünür olmaya başlıyor; buna mukabil eğitim alanı olarak da kurumsallaşıyor. Kapitalist toplumsal dönüşümün hızlandırdığı bu süreçte yollar, köprüler, binalar, limanlar ve demiryolları inşaatlarının artışı, bu mesleğin de koşullarını olgunlaştırıyor. Sivil mühendislik ilk kez bu “kamusal” malların üretim sürecinin asli unsuru olarak karşımıza çıkıyor.

Farklı mühendislik dalları üzerinden konunun tartışılacak boyutlarını saklı tutmak kaydıyla, mühendislik mesleğinin her dönemde “kamu yararı” anlayışını içerdiğini, en azından içermesi gerektiğini söylemek mümkün. Türkiye mühendisliği ise büyük ölçüde eğitim kurumları, biliminsanları ve meslek odalarıyla günümüzde de bu geleneği, sorumluluğu sürdürmenin mücadelesini veriyor.

Ne yazık ki bunun giderek daha sert bir mücadele alanı haline geldiğini tespit ediyoruz. Bilhassa 2000’li yılların inşaat-rant ekonomisinin yarattığı koşullarda mimar, mühendis meslek odalarının, biliminsanlarının seslerinin, bizzat iktidar tarafından hangi yollarla kesilmeye çalışıldığını gördük. Öte yanda büyük küçük kentlerde, taşrada gelişen yeni tür çıkar ağlarında, düşük maliyet-yüksek kâr hedefli irili ufaklı firmaların yaratılan inşaat-rant ekonomisinde yer aldıklarını biliyoruz. Giderek daha görünür hale gelen ise “göz yumma” ve denetimsizliğin bir ihmalden çok bir tür gayriresmî “teşvik”, gayriahlaki “ortaklık” haline gelmesi. Karşı karşıya kaldığımız tablo, tıpkı kendisine benzeyen süslü binalar gibi, büyüme, kalkınma gibi laflarla senelerdir cilalanan bu anlayışın çürüklüğünü de ortaya çıkarıyor.

Kamu otoritesi halk için, halk yararına kararlar almakla mükelleftir. Eğitim, bilim, teknoloji, sanayi politikaları bunun en önemli göstergeleridir. İktidarın neleri hangi yollarla teşvik ettiği, iktisadi kaynakları nerelere aktardıkları bugün tüm çıplaklığıyla ortaya dökülmüş durumda. İçinde yaşadığımız düzende farklı sermaye grupları ayrı ayrı büyüyor, savunma sanayi, inşaat sektörü büyüyor, kamunun olanaklarını da kullanan bazı kesimler güçleniyor, zenginleşiyor. Bizler ise birilerinin zenginleşmesini artık sadece ürettiklerimizle, el konulan paramızla değil, canımızla öder duruma geçtik. Bundan daha acı bir gerçek olabilir mi? İktidar koltuklarında kimler oturursa otursun, bizler için bundan daha anlamlı bir mücadele alanı olabilir mi?

1 Kaynak: TÜİK Ar-Ge istatistikleri
2 Kaynak: SASAD (Savunma ve Havacılık Sanayi İmalatçılar Derneği) Faaliyet Raporlar