Yaşatmak tek doğru yol ve hâlâ mümkün
Gizem KARATAŞ*
Sokakta yaşayan kedi ve köpeklerin ötanazi adı altında öldürülmesini içeren yasa teklifi, Çarşamba günü Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’nda görüşülmeye başlandı. 18 saat süren toplantıda, muhalefet vekilleri tarafından bu katliam yasasının getirilmesi için öne sürülen gerekçelerin hiçbir gerçekliğinin ve bilimselliğinin olmadığı, şikayet edilen popülasyonun öldürme ile azaltılamayacağı açıklanmaya çalışılırken, AKP’li ve MHP’li milletvekillerinin uyudukları, telefonlarıyla ilgilendikleri, gülerek oy kullandıkları anlar dışında muhalefet vekillerinin tüm bu açıklamalarına tek bir cevap bile veremediklerini, bu yasayı akla ve mantığa uygun herhangi bir argümanla savunamadıklarını gördük. Teklifin ilk 3 maddesi kabul edildi, kalan 14 maddenin tartışılması pazartesi günü saat 14:00’e bırakıldı. Oraya “öldürmeyin” demeye gittiğimiz için polisten gördüğümüz şiddeti, irademizi temsil etmekle görevli Meclis’e alınmak istemeyişimizi, yaratılmaya çalışılan çocuk-hayvan çatışması üzerinden bizi nasıl provoke etmeye çalıştıklarını geçeceğim. Çünkü bu teklifin gerekçelerine baktığımızda ne ile karşı karşıyayız ve nasıl bir karanlığın içindeyiz, bunları anlatmama gerek kalmadan zaten açıklığa kavuşacaktır.
Teklifin gerekçesinde mevcut popülasyonla kısırlaştırma ile baş edilemeyeceği, toplama ve öldürme yöntemine geçilmesi gerektiği belirtiliyor. Ancak 2004 yılına kadar Türkiye’de hayvanların öldürülmesi zaten yasaldı. Bu döneme kadar öldürmede kullanılan maddeler belediyelerin masraf kalemleri arasında açıkça yer alırdı. Kısırlaştır, aşılat, yerinde yaşat metodunun 2004 yılında AKP tarafından yasalaştırılmasının, 2019 yılında yine AKP’li vekillerin de altında imzasının bulunduğu Meclis Araştırma Komisyonu Raporu’nda tek ve etkin yöntemin kısırlaştırma olduğu maddesinin de yazılmasının sebebi hem tüm uluslararası sağlık kuruluşlarının bunu önermesiydi, hem de toplu katliamlara rağmen hayvan sayısının artarak devam ediyor olmasıydı. Ancak yeni teklifin gerekçesinde bir yılda en fazla 342.879 hayvanın kısırlaştırıldığı gibi veriler yer alırken, sanki kısırlaştırma yöntemi uygulanmış ancak işe yaramamış gibi bir argüman karşımıza çıkarılıyor. Teklifte değinilen uluslararası sağlık kuruluşlarının raporlarında, diğer önlemlerin de alınmaması halinde popülasyonun azaltılmasının mümkün olmadığı yönündeki şerhler hiçbir surette dikkate alınmaksızın, öldürmenin popülasyonu azaltmakta etkili olacağı gibi bir izlenim oluşturulmaya çalışılıyor. Oysaki üretime veya yurtdışından hayvan getirilmesine yasak gelmiyor, hayvan terkine sadece para cezası veriliyor. Yani hayvanların mütemadiyen üretilip öldürüldüğü süreç devam ederken, gerekçe olarak öne sürülen popülasyon kontrolü ise sağlanamayacak.
Gerekçede kuduz riskli temas sayıları verilerek kuduzun arttığı da iddia ediliyor. Bu sayılarının içine hayvan tırmalaması, tükürük ve salya teması, potansiyel enfekte olabilecek materyalle temas veya bakımevinde çalışacak bir gönüllünün önlem olarak yaptırdığı aşıların sayıları da dahil. Kuduz vakalarına bakıldığında, yetersiz aşılama oranına rağmen kuduz azalmış durumda. Isırılma vakalarına bakıldığında ise bu hayvanların çoğu sokaktaki hayvanlar değil. Tüm bunlar Sağlık Bakanlığı’nın, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın verileri ile veteriner hekimlerin bilimsel çalışmalarında yer alan veriler.
Bir başka gerekçe köpeklerin karacalar, ceylanlar gibi hayvanlara zarar verdiği ve biyoçeşitliliği tehdit ettiği iddiası. Geçtiğimiz yıl 17 karacayı “öldürme hakkı” kotalar halinde Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından açılan av ihalelerini kazanan “av turizmi şirketlerine” veya sertifikalı yerel avcılara verildi. Nesli tükenme tehdidi altındaki yaban keçileri, kızıl geyikler, Türkiye’ye endemik Anadolu yaban koyunu ile ilgili yapılan av ihalelerini, “devlet misafiri ile diplomat kotalarını”, bu ihalelere karşı açılan davalarda geçtiğimiz yıl hiçbir yeni gerekçe olmaksızın Danıştay’ın nasıl bir ısmarlama bilim kurulu raporu ile görüşünden 180 derece dönerek ihalelerin iptali davalarını reddetmeye başladığını ve nesli tükenme tehdidi altındaki bu hayvanların hukuksuzca öldürüldüğünü anlatmak için birkaç satır yeterli değil. Ezcümle, köpekler biyoçeşitliliğe zarar verecek diye bu kadar endişelenen iktidar önce bu av turizmi adı altında elde ettiği ranttan vazgeçmeli, belki saatlerce müdahale etmediği ve yüzlerce hayvanın öldüğü yangınlarla ilgili “can kaybı yok” demekten imtina etmeli.
Yasa teklifinin en vurgulanan gerekçesi ve ötanazinin önünü açan husus ise “kamu güvenliği”. Çocuklarla hayvanlar karşı karşıya getirildi, sanki ikisinden birinin yaşamını seçmek zorundaymışız gibi davranıldı. Tüm argümanını kutuplaştırma ve ayrıştırma üzerine kuran bu zihniyet, ikisinden birini seçmek zorunda olmadığımızı, sadece yaşamı savunabileceğimizi ne zaman anlar bilmiyoruz. Yaralanan çocukların fotoğrafları her yerde yayımlandı, komisyon toplantısına psikolojisi hiçe sayılarak bir çocuk getirildi. Bu zamana kadar tarikat yurtlarını, çocuk yaşta zorla evlendirilenleri, çocuk işçi ölümlerini, suça sürüklenen çocukların cezaevindeki koşullarını ağzına almayan bazı vekiller, çocukları katliam çağrılarına araçsallaştırmak için uğraştılar. Çarşamba günü ilk üç maddenin geçmesi için gülerek kabul oyu veren vekilleri gördüğümüzde, zamanında Aile Bakanı’nın “bir kere olması karalamak için gerekçe olamaz” diye savunduğu Ensar Vakfı ile ilgili verilen gensoru önergesinin reddedilmesi için oy kullanan AKP’li vekillerin kahkahalar atarak sandık başında verdikleri pozu hatırladık.
Gerekçede İngiltere, Fransa ve ABD’den örnekler veriliyor, buralarda hayvanların ötanazisinin yasal olduğu söyleniyor. Popülasyon sorunun kısırlaştırma ile çözen Hollanda örneğine değinilmiyor. 10 yıl önce öldürme yöntemine geri dönen Romanya’da hayvan sayısının azalması yerine üretim sebebiyle bitmek bilmez bir katliam döngüsüne girilmesine karşılık sorunun çözülmediğinden bahsedilmiyor. Son olarak Türkiye tarihinde de toplu katliamlar yapıldığının altının çizildiğini görüyoruz. Mevcut bilimsel ve teknolojik yöntemler yok sayılarak o zamanın koşullarıyla şimdiki koşulları karşılaştırmak bir yana, inançlı bir insan olun veya olmayın, unutulmamalı ki Hayırsız Ada Katliamı ile binlerce köpeğin Sivri Ada’ya götürülüp öldürülmesinden sonra öyle bir toplumsal travma yaşanmış ki insanlar başlarına gelen her felaketi hayvanlara yapılan bu zulme yormuşlar. Köpeklerin varlığının vatandaşlar arasında gerginliğe sebep olduğunu, köpekler tarafından vatandaşların psikolojisinin bozulduğunu teklifin gerekçesine yazan zihniyet, bitmek bilmeyen bir katliam döngüsü içine girdiğimizde, daha hayvanlar toplanırken sokaklarda öldürüldüğünde, bakımevlerinin içinden Konya’da ortaya çıkan görüntüler her gün geldiğinde, hayvanlara yönelik nefret politikasının yasallaşmasından güç alan potansiyel katiller sokağa döküldüğünde meydana gelecek toplumsal travmayı iyileştirmenin imkânsız hâle geleceğini düşünmüyor bile. Teklifi hazırlayanlar, koruduklarını iddia ettikleri çocukların bu toplumsal travmadan ne denli etkileneceklerini açıklamaya çalışan hiçbir uzmanı da dinlememekte ısrarcılar. Anlıyoruz ki çocukları da hayvanları da koruyabilecek olan yine biziz. Bu karanlık zihniyete karşı ses çıkarmak, milletvekillerinin TBMM’nin sitesinde yer alan adreslerine e-postalar göndermek, imza kampanyalarına imza atmak, şehrimizdeki eylemlere katılmak, etrafımızdaki herkese bu yasanın katliam demek olduğunu anlatmak, hem çocukları hem hayvanları, hepsini yaşatabiliriz demek için ise henüz geç değil.
* Avukat, Hayvan Hakları İzleme Komitesi