Google Play Store
App Store

"Yaşayan Diller", yok olan ulusların adıdır

Türkiye gündemi, partilerin salı günleri yapılan grup toplantılarında şekillendiği için ilgi alanımıza giren konulara ancak bir hafta sonra dahil olabiliyoruz. Bu durum, genellikle olayların gerisinde olup bitenlerle ilgilenen biri olarak daha salim bir değerlendirme fırsatı verse de bazen sıcağı sıcağına söylenmesi gereken sözlerimizi bayatlatmıyor değil. Zamanında araya girmeyince lafı ağzımızdan alanlar oluyor. Seçmeli Kürtçe konusunda da öyle oldu; Kadri Gürsel, Erdoğan'ın bu çıkışını Kürtlerin taleplerini gözeten amaç olmayıp, Hükümetin tartışmalı politikalarına meşruiyet arayışının aracı olduğunu pat diye söyleyiverdi. Gürsel'in siyasi değerlendirmesine katıldığımızı belirterek seçmeli Kürtçe dersini Hükümetin "cesur adım"larından biri olarak görüp destekleyenlere bir uyarıda bulunmak istiyorum.

Kürtçe; İngilizce, Fransızca, Almanca, Çince, Japonca, Rusça vb. gibi öğrenenin kariyerine referans olacak ticari dillerden biri değildir. Kürtçe anadilinde eğitim talebinde bulunanlar da pazarlamacı veya diplomat ihtiyacını karşılayacak insan kaynağı yaratma derdinde olanlar değiller; bir ulusun yok olmaması için kültürünü koruyabilmesinden ve onu geliştirmesinden söz ediyorlar. Asıl dertleri dil değil, uluslarının varlığını korumak. Elbette dil, bir halka ulus olduğu hissini veren en önemli unsurdur; fakat esas olan dillerin yaşaması değil, o dili kullanan halkın varlığını sürdürebilmesidir. Bu bakımdan BDP eş genel başkanı Gülten Kışanak'ın dediği gibi Kürtçe, “yaşayan diller”den biri olarak ele alınamaz. Çünkü ulus orada duruyor. ("Yaşayan diller" kavramını icat edenler aktif dillerden söz ettiklerini sansalar da ben bu kavramın ‘yaşayan uluslar”ı kapsamadığını düşünüyorum. Daha çok mazideki ulusun dili üzerinden nostalji yapmak isteniyor gibi geliyor.)

KÜRTÇENİN SEÇMELİ DERS OLMASI "ANADİLİ ÖĞRETİMİ" SAYILMAZ

Anadili öğretimi, bunu bir insan hakkı olarak gören ülkelerde zorunlu eğitimle birlikte başlıyor: Eğitim Sen'in Anadilinin Önemi Anadilinde Eğitim raporuna göre Fransa, Kanada, ABD, İsveç, İsviçre, Almanya, Hindistan, İsrail, Güney Afrika, Bolivya, Hollanda, Belçika, İspanya, İngiltere ve Çin gibi çok dilli ülkelerin bir kısmında okulöncesinden itibaren en az iki-üç saat olmak üzere anadili öğretimi (aslında eğitimi) yapılıyor. Böylece okul, öğrencisinin asıl dili ile bağını kopartmıyor; kesintiye uğratmadan çocuğa dilinin kurallarını, onunla oluşturulmuş kültürel öğeleri sezdirebiliyor. Anadili öğretimi, yabancı dil öğretimi değildir ve kesintiye uğramaması gerekir. Anadili, egemen dil (Türkçe) çocuk üzerinde pekiştikten sonra öğretilmez, öğretilemez; 5 yaşından itibaren yoğun bir Türkçe eğitimine tabi tutulan, anadilinden uzaklaştırılan Kürt çocukların 10 yaşına geldiğinde geriye dönüp haftada sadece iki saatte dillerini öğrenmesi mümkün değildir. Bilinmeli ki dil herhangi bir bilgi değildir; dil derslerinde öğrenciye bilgi aktarılmaz; onu kullanma beceri, alışkanlık ve yeteneği geliştirilir. Bundan dolayı yabancı dil öğretiminde bile dil öğretme yaşı her fırsatta aşağıya çekilmektedir.

Yukarıda belirttiğim nedenlerden dolayı Kürtçenin ortaokullarda seçmeli ders olarak verilmesi anadili öğretimi daha doğru bir deyimle anadili eğitimi sayılamaz. Ruşen Çakır’ın sandığının aksine bu, ne anadilinde eğitimin önünü açabilir ne de kimilerinin öne sürdüğü gibi Kürt sorununun çözümü yolunda atılmış bir adım sayılabilir. Kararın, Kürt sorununun çözümüne katkısı bekleniyorsa, Kürtlerin istemini kısmen de olsa karşılamayı amaçlamış olması gerekirdi. Kimse AKP'den anadilinde eğitim istemini karşılayacağı beklentisinde değil. Fakat Erdoğan'ın duyurduğu, Eğitim Bakanının ayrıntılarını açıkladığı biçimiyle bu proje, ulusalcıların bile kabullenmekte zorlanmadığı anadili öğretiminin gerisindedir.

***

Erdoğan Gülen'i davet etmedi ki gelsin!

Tayyip Erdoğan, kişisel çabalarıyla yarattığını düşündüğü siyasi ortamın nemalarının başkaları tarafından karşılıksız toplanmasına rıza gösterecek bir tip değil; en azından kendisine minnet duyulmasını bekler. Gülen Holding, on yıldır rakipsiz bir şekilde kamunun kontrolündeki ekonomik olanakların tek kullanıcısı durumunda. Belediyeler dahil kamunun tümü hizmet alımı cemaate bağlı şirket ve kişilerden karşılanıyor: Temizlik, özel güvenlik, makine, hırdavat, gıda, kitap-kırtasiye-sarf malzemesi, matbaa işleri, nakliye, organizasyon gibi aklınıza ne gelirse tamamının satıcısı/taşeronu Cemaat referanslıdır. İşletme ve ihalelerde de öyle... Yani malı götürüyorlar; Erdoğan'ın sırtından geçiniyorlar da diyebiliriz.

ERDOĞAN, ÜLKENİN İMAMI KİMMİŞ GEL DE GÖR DEDİ

Erdoğan, şah damarı patlayasıya bir gerilimle sağladığı imkânları kullananların malikânelerden ders vermesine ifrit olmalı. Hele hele siyasi varlığının onların vesayetindeymiş gibi algılanmasına, ikinci adam yerine konmasına deli olmaması mümkün değil. Türkiye’de olup biten her bir şeyin Cemaatle anılması yetmezmiş gibi Fethullah Gülen bir de kürtaj meselesinde Başbakanı eleştirmiş. (Taha Akyol'un yazdığına göre çevresine "Ne lüzum vardı kürtaj meselesine, durup dururken gerginlik çıktı." demiş.) Erdoğan bu aşamadan sonra hikmetine helal getiren bir algı yaratacak çıkışları kabullenmez. Bundan dolayı Erdoğan, Gülen'e 'Gel burda konuş, kimmiş bu ülkenin imamı görelim' dedi. Tabi Gülen bu resti göremedi, göremezdi de... Eğer Gülen diline sahip olmazsa, birkaç şirketinin Uzanlarınkinin akıbetine uğraması yakındır.

***

Şirketin bir adı olmalı

Akıllı tahta ihalesindeki usulsüzlük, ihalenin ardından sadece Milli Gazete ve BirGün'de yer bulmuştu. İdare mahkemesinin geçenlerde ihaleyi iptal etmesi ise Eğitim Bakanının duyurusunun ardından bazı gazetelerde ancak haber olabildi. Saygı öztürk de 13 Haziran tarihli yazısında konuyu özetleyen bir yazı kaleme aldı. Fakat yazısında tüm aktörlerinin adını belirtmesine rağmen iptal edilen ihaleyi alan firmaya “şirket” demeyi tercih etti. “Şirket” dediği firmanın Vestel olduğunu belirtmesinin sakıncası ne olabilir anlamadım?