Google Play Store
App Store
Yaşlı gemici

Gün ortasında, geminin tam ortasında bir tayfa çığlık çığlığa bağırıyor: “Kaptan aklını kaçırmış, kayalıklara doğru gidiyoruz, bir şey yapmazsak..”... Lafını bitiremeden tuhaf kılıklı birkaç adam gelip, tayfanın ağzını elleriyle kapatıyorlar. Sanki fikirlerin, bildiklerinin hava yoluyla diğer insanlara bulaşmasını ya da ulaşmasını engellemeye çalışır gibi. Kısa bir arbededen sonra o tayfadan bir daha haber alınamıyor. Bir gece geç vakitte suya düştüğü söyleniyor. Sonrası yok…

Herkes geminin su aldığını biliyor ama kimse birbirine ya da kendisine bile söylemekten çekiniyor. Sanki sihirli bir kelimeymiş de üst üste birkaç kez mırıldanıldığında insanın başına bir şey gelecekmiş gibi bir ürperti var çevrede. Herkes her şeyin farkında. Üst kamaralarda oynanan oyunlardaki zarların hileli olduğu da biliniyor, kaptanın akıl sağlığının yerinde olmadığı da ama kimse kimseye hiçbir şey söyleyemiyor. Hileli zarlarla “Belki bu sefer kazanırım” diyerek oyunlar oynanmaya devam ediyor. Kaybediliyor haliyle…

∗∗∗

Herkes sonun yakın olduğunu biliyor ama kimse sondan sonra ne olacağını konuşmuyor. Sanki evrendeki tüm gezegenler ve yıldızlar birbirinden uzaklaşacak, evrenin ve bilinen her şeyin mutlak termodinamik ölümü olacakmış gibi. Oysa ki gemi batsa bile, can yelekleri, tahliye filikaları var. En kötü ihtimalle denizde köpek balıklarına yem olanlar kadar, hayatta kalanlar da olacak ama bundan kimse bahsetmek istemiyor. Kaptanın keyfi hiç yok zaten. Uzun zamandır kamarasında tek başına, en fazla yanında; hiç kimsenin güvenmediği belermiş gözleriyle kimselere de güven vermeyen, güç sahibi ne derse onu yapan, inisiyatif almayan, fikri ve hissi olmayan yakın adamlarından birkaçı var. Onlar da her şeyin farkında. Kaptan her seferinde bunları kamaraya çağırıp saatlerce fırçalıyor, geminin neden daha hızlı gitmediğini soruyor. Bunlar da koca koca gözlerini sağa sola belertip duruyor… Oysa ki gemi sürekli su alıyor. Kaptanın hobi olarak beslediği tahtakuruları, yaşadıkları ortamda iyice palazlanıp, kutularını da kemirmiş, sonrasında geminin gövdesine tebelleş olmuşlar. Tik ağacından gövde onlar için tam anlamıyla bir ziyafet sofrasına dönüşmüş. Kimse de kaptana “Sizin besleyip büyüttüğünüz tahtakuruları gemiyi delik deşik etti, gemi kevgire döndü, o yüzden her geçen gün daha da yavaşlıyoruz” diyemiyor. Kaptan ne derse “Hayhay saygıdeğer denizler fatihimiz!” diyorlar… Diyorlar demesine de işin komik kısmı kendisine “Denizler fatihi” dedirten kaptanın, yüzme bile bilmemesi. Rivayet o ki bir keresinde babası yelkenli kullanmayı öğretmek için bunu denize çıkarttığında, bir tramola esnasında, bizimki yer değiştiren bumbayı kafaya anne oklavası gibi yemiş ve denize düşmüş… Babası bunu sudan çıkartıp bir de sonrasında sudan gelinceye kadar dövmüş! O günden beridir de yüzmekten korkarmış. Yelkenli kullanmayı da kafaya yediği direkten sonra iyice unutmuş, aklına göre zırvalar dururmuş…

∗∗∗

Herkes her şeyin farkında oysa ki… Dert sadece kaptan değil aslında. Herkesin her şeyin farkında olup konuşmamasında. Kaptan nedir ki? Denizden korkan, tekne bile kullanamayan, yaldızlara sarılmış bir miço… Miço bile sayılmaz, yaldızlara sarılmış bir kağıttan kaplan… Herkes her şeyin farkında, has adamları “Bu gittikten sonra ne yapsak?” diye planlar yapıyor, gemide çeşitli mevkilere gelmiş, gemi işiyle alakası olmayan tek derdi hurilerle dolu lüks bir kamara isteyen vasıfsız ikiyüzlü sakallılar her köşe başını tutmuş, geminin ambarındaki tüm şaraplara, ahaliye “İçmeyin büyük günahtır” deyip çökmüş, kuru etleri yemiş, personele de küflü peksimetler kalmış. Herkes her şeyin farkında. Kimse hiçbir şey demiyor. İçenin yanına kar kalıyor.

Kaptan bir gün çıkıp “Dalgalar yükselmediği için gemi hızlanmıyor” diyor, ertesi gün “Rüzgar tersten estiği için yelkenleri dolduramıyoruz” diyor… Başka bir gün “Balıklar bizimle aynı yönde gitmediği için yavaşlıyoruz, bütün olan bitenler yunusların suçu!” diyor. Gün geliyor, “Geminin hızlanması aslında yavaşlamaktır!” diyor… Zaten kaptan ne derse desin, kimse kaptana bir şey demiyor. Dese de dinlemiyor, dinlese de anlamıyor, anlasa da istemiyor.

∗∗∗

Günler geceleri, geceler samanyolunu, samanyolu yıldızları, yıldızlar geceleri kovalayıp duruyor. Her sabah güneşle uyanmayı özleyen, fırtınaların en acımasızlarına alışmış gemi ahalisi bir gün, gün ortasında bulutların arasından sapsarı kafasını gösteren güneşle karşılaşıyor. Geminin tam ortasında, güneşte ısınmak ve dinlenmek için konmuş bir de martı görüyor. Martı kendine verilen gagaya dayanarak yüksek sesle, tiz bir tonla ciyaklıyor. Martıya doğru hamle eden kimse martının ağzını kapayamıyor. Martı bembeyaz kanatlarını açıp bir hamlede havalanıyor, çünkü kara göründü.