Beykoz Kundura’da film izlemeye de, konsere de çok gitmişimdir, yani pandemiden önce. O kadar uzun zaman ayrı kaldım ki, denize karşı mehtaptaki o film izlemelerini de, icabında sahneden sahneye diğer izleyicilerle akarak müzik dinlemeleri de özlemişim. Beykoz’daki dostları da. Ama pandemide bilmem kaç yıl sokağa çıkmayanların kaslarının durumu malum. Ancak kısa mesafeleri yürüyebiliyorum. Bacaklarım ağrıyor, nefesim kesiliyor. Onun için çok eski arkadaşım Uğur Yüksel, 5’inde ya da 6’sında gitmek istersem beni aldırabileceklerini söyleyince işime geldi doğrusu. Çünkü NTV arabasıyla gidebiliyorum ama, arabayı içeri almadıkları için bana göre hayli uzun mesafe yürümem gerekiyor.

Neyse uzun uzun düşündükten sonra 6 Ağustos’ta, Ernst Lubitsch’in Oscar Wilde’ın oyunundan sinemaya uyarladığı “Lady Windermere’s Fan / Lady Windermere’in Yelpazesi’ne gitmeyi tercih ettim. Elbette Osmanlıca hocam Uğur Erden’den ‘olur’ aldık. Kardeşim ya da o olmazsa bir yere gidemiyorum. Önce akşamın ilk saatlerinin nefis ışığı hakimdi her şeye. Yunuslar geçip başka her konuyu gündemden düşürdüler. Mehtap yükseldi, karşı kıyının ve köprünün ışıkları yandı.

***

Lafın kısası, yorulsam da hiç pişman olmadık. Bu arada arkadaşlar geldi gitti, bize defalarca bir şeyler yiyip yemeyeceğimiz soruldu. Uğur’la ikimiz (hocam olan) mızıkçı çocuklar gibi “Canımız istemiyor,” dedik. Sahiden de istemiyordu. Dokuzda film başladı. Bir buçuk saatti. Sessiz bir filmdi ama müziğini Korhan Futacı bestelemiş ve çalıyordu. Gerçekten çok etkileyici bir müzikti, teşekkürlerimizle…

Yani, çok memnunduk ama her zaman olduğu gibi benim aklım bir gün önceki filmde, “Menschen am Sonntag/Pazar İnsanları”nda kaldı. 1930 yapımı bir film.

Savaş öncesinin o güzelim Berlin’inde sıradan, mutlu bir Pazar günü geçiriyormuş. Beş kahraman beş de yönetmen var. Henüz Hollywood’a gitmemiş genç yetenekler: Robert Siodmak, Edgar G. Ulmer, Rochus Gliese, Curt Siodmak, Fred Zinnemann ve senaryoya katkıda bulunan Billy Wilder diye biri! Eh, ona gitsem de ötekinde aklım kalacaktı elbet. Bunun müziği de, İzlandalı elektronik ve deneysel pop grubu Múm’a ait. Beykoz Kunduranın bu yılki Bir Yaz Gecesi Festivali’nde (BYGF) bir başka sessiz film de Salomé’yi Alla Nazimova’nın oynadığı 1923 yapımı “Salomé”. Canlı müziğini çok sevdiğimiz BaBa ZuLa üstlenmiş. Ne yazık ki insan hepsine birden gidemiyor.

***

Film ve müziğin uyumlu birlikteliğinden ilham alarak hazırlanan festival programı bu yıl akıldan çıkmaz film müziklerinin yaratıcısı, Amerikalı besteci ve müzik yapımcısı Henry Mancini’yi merkezine almış. 1994’te bu dünyayı terk eden muhteşem Mancini’nin müziklerini yaptığı, yönetmenliğini de Blake Edwards’ın üstlendiği dört klasik film, restore edilmiş kopyalarıyla Türkiye’de ilk kez Bir Yaz Gecesi Festivali kapsamında Beykoz Kundura’da seyirciyle buluşuyor. “Pembe Panter” serisinin ilk iki filmi “Pembe Panther / Pink Panther” ve “A Cry in the Dark / Karanlıkta Bir Çığlık”, Şüphenin İzinde” seçkisinde ilk hafta gösterildi. “Breakfast at Tiffany’s / Çılgınlar Kraliçesi” ve “The Party / Tatlı Budala” filmleri ise “Parti Zamanı” seçkisinde festivalin üçüncü haftasında. Yani, daha kaçırmadınız. “Tatlı Budala” Ağustos’un 12’sinde, “Çılgınlar Kraliçesi” de 13’ünde…

Film ve müzik gerçekten uyumlu bir birliktelik yaratıyor. Açık hava sineması ile Boğaz’ın kıyısı da öyle. Yalnızca eski filmleri eski ustaları yâd etmekle kalmıyoruz, başka türlü izlememiz zor olan sessiz filmleri de çok iyi müzikler eşliğinde izliyoruz. Kapanışta ise alternatif müziğin iki özgün ve usta grubu Hedonutopia ve The Away Days sahneye çıkıyor. Albümleriyle övgü almış indie-elektronik ikilisi (Fırat Külçek, Kerem Feyzi) Hedonutopia; onların hemen ardından da çok dinlenen teklileri ve 2017 çıkışlı albümleri “Dreamed at Dawn” ile başarıları ülke sınırlarını aşmış indie rock ve dream pop grubu The Away Days sahnede olacak. Piyasaya boyun eğmedikleri için konserlerini yakalamak da zor olan iki grupla bu karşılaşma fırsatını kaçırmazsınız umarız. Biz mi? Nasipse oradayız elbet.