Yazar Özgün E. Bulut: “Kalbimizden başka sığınacak neyimiz var!”
Özgün E. Bulut "Her zaman sığındığım ve ‘kalbimizden başka sığınacak neyimiz var ki’ gerçekliğine sığındım. Kalbimizdeki yerleri hep derinde olan güzellerimiz, sevdamızın en temiz kalmışları. Onlar hem kalp hem de gazel sesi. Elbette ‘anlatılan onların şiiridir’" diyor.

Başak Canda
Benim için şiir, hep farklı bir yerde durur. Kıymetli görürüm. Her sözcüğün ayrı bir anlamı, ayrı bir derinliği var. Şiir, sıradan bir dilin taşıdığı ve taşıyabileceğinden daha fazlasıdır, daha anlam yüklüdür. Bu anlam geçmişten günümüze, günümüzden geleceğe uzanır. Elbette bir şiir tanımı yapmam imkânsız ama Özgün E. Bulut şiirleri olunca iki kelam etmezsem olmaz.
Onun şiirleri bellek ve vicdanın sorumluluğunu yüklenir, geçmişin birikimlerini bırakır eteğimize. Değdiği yer toplumun hafızası olunca bunu sadece vefa, sorumluluk ile açıklamak da mümkün değildir. Julien Green’in “Bir kitap, içinden kaçılan bir penceredir” dediği yerden kaçamadıklarımızdır belki de. Onun şiirlerinin etkisi, içimizde yaşattığı darbelerin gücünden gelir. Bir kitabı da ondan kurtulmak isteme ya da istememe ve etkisinin ne kadar sürdüğüyle ancak sorgulayabiliriz. İşte bu sorgulamaları Totem Yayınlarından çıkan yeni kitabı Kalbe Gazel’i sevgili Özgün ile konuştuk.
Kalbe Gazel; “feryâd, zamana gazel ve arkadaşlara selam” olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Her bölümün kendi içinde bir sırrı var. Her birinin değdiği yer farklı. Bu değdiği yerdeki “kalp” ve “gazel” i sorsam...
Epeydir şiirde tematik çalışmıyordum. İçimden gelen duygu yoğunluğu ve gittiğim yolun sunduğu seslerle şiirler söyledim. Kalbe Gazel’de bu kez belleğe doğru bir yolculuk yaptım. Tarihsel bir dokunuş olsun istedim. Gelenekten de beslensin. Bu anlamda gazel formunu seçtim. Gazeller aslında daha çok sevdaya, sevgiliye, güzelliğe dairdir. Beyitler şeklinde söylenir. Bunun anlatacağım meseleye en uygunu olacağını düşündüm. Elbette klasik gazel formundan ziyade içimdeki duyguyu gazel formuna uyarladım. Ömrümüz feryâd, zaman ve arkadaşlar arasında geçen ritimsel bir koşu. Samimi sarılmalardan vicdani isyanlara taşar. Kalp belki de hepsinin örgütleyeni, olmazsa olmazı. Bir şair için en önemli tutanak yuvası ve yol göstereni. Dolayısıyla kalp ve gazel yarım kalan her sözü tamamlayan iki ortak oldu bende. Sözü onlarla tamamladım.
Özellikle ikinci bölümde bellek ve vicdanın iç içe olduğu, bir dönemin tanıklığında isimlere atfedilen şiirler var. Bir önceki kitabın Anlatılan Onların Şiiridir’in devamı diyebilir miyiz?
Tarihimiz sevdiğimiz kalpleri yitirme tarihi. “Zamana Gazel”de anlattığım insanlar bir dönemin devrimcileri. Türkiye sosyalist hareketinin en hızlı, en üretken, en öncü kadroları ve önderleri. Mahir’den Cevahir’e, Ulaş’tan Sabo’ya, Nurhak’tan Kızıldere’ye geldim. Şiirlerde, şiirlerimde olsunlar istedim. O nedenle her zaman sığındığım ve “kalbimizden başka sığınacak neyimiz var ki” gerçekliğine sığındım. Kalbimizdeki yerleri hep derinde olan güzellerimiz, sevdamızın en temiz kalmışları. Onlar hem kalp hem de gazel sesi. Yakıştığını düşünüyorum. Elbette “anlatılan onların şiiridir” bu şiirlerin kaynağı. Oranın yarattığı sarsılmışlık beni o güzel insanlara götürdü. Şiir sadece güzelliği söylemez, güzelleri de söyler. Onlar tarihin güzelleri. Yazdığım en kıymetli metinler diyebilirim.
Şiirler tarihle zamanını da içine alıyor. Bu anlamda zamanının taşıyıcısı da diyebiliriz. Bu taşıyıcılıkta en çok bellek ve hafızaya çıkıyor yolumuz. Şiirin yükü bu kadar ağır olmalı mı?
Bunu yükten ziyade, yine vicdani bir sorumluluk olarak görüyorum. Şiir bazen tanıklık da etmeli. Hafıza dediğimiz büyük ve engin bir aralık. Çabuk silinenler de var. Silinmeyen kısmında oldum hep, silinmesin isteyen kısımda. Bazen yük ağır olsa da o yükü sırtlamalı şair. Şiir ise istediği yere doğru gidebilir. Hangi kalpte nasıl bir tahribat yaratırsa...
Kitabın diğer şiirleri gazeller gibi sevenden sevilene yazılmış. Hiçbir dize yok ki bunu hissetmeyelim. Senin sevdiklerin kimlerdir, nelerdir?
Aslında insanın tarihi öfke ve sevgi üzerine kurulu. Kalbimizdeki atışlar buraların yansımaları. Öfkeyi bir kenara atıp, biraz aşk hali demek lazım. Sevenden sevilene olunca soru, böyle diyorum. Sevdiklerim yürek bütünlüğümün içinde olanlar. Ellerini tuttuklarım, elimi bırakmayanlar. Hafızamda yerleri hep olanlar. Yine kalbimin en derininde onurla taşıdıklarım. Sevmek insanı yüceltir. Yüceltmekle kalmaz, iyi olan ne varsa oraya götürür. Güzeli, güzelliği, kapıları, dağları, kedileri, sokağın sesini, hayvanlarını, müziğin tınılarını, resmi, şiiri severim. İnsanın yanında başını omzuna koyacak dostları varsa sevgisi de büyür.
Gazel deyince bendeki çağrışımı daha çok “gazel söyleme”, “şiirle söyleme”dir. Bu sözün gideceği yeri de bilme anlamına gelir. Sizin şiirleriniz gideceği yeri biliyor mu? Ya da şöyle sorayım, şiirlerinle okuyanı arasında kurmak istediğin “söyleme sesi” nedir?
Gazellerden bağımsız olarak söylüyorum. Şiir benim için bir söyleme dili. Kucaklama, sarılma ve yola düşme hali. Durum böyle olunca elbette gideceği yolu bilen bir şairim. Şiirim de öyle. Büyük kitlelerin şairi değilim. Ancak şiirimin sesi hep benzerlerini bulur. O tarafa doğru söylerim söylemek istediklerimi. İnsan vardır: düşen, çaresiz kalan, direnen... Sokak vardır, Doğa vardır, Direniş vardır, Sevda vardır. Sesim şiirimden yayılan samimiyet sesidir. İçimde bir senfoniyi hazırlayıp, benzerlerime söylüyorum. Sonra rüzgâra fısıldayıp dağların ardına gönderiyorum. Ya da şişeye doldurup denizlere akan bir nehre bırakıyorum. Elbet oradan da bir okyanus bulur kendine.