Yazar-sinemacı Sezen Kayhan: Öykü, sanıldığından daha özlü bir anlatım gerektiriyor
İlk öykü kitabı Gamsız Ruhlar Arasında ile okurlarıyla buluşan Sezen Kayhan, “Öyküde belirli bir duyguya, konuya, imgeye odaklanmanız gerekiyor. Roman bu anlamda biraz daha geniş bir alan tanıyor” dedi.

Deniz Coşan
1986 doğumlu yazar Sezen Kayhan, Koç ve Antwerp Üniversiteleri Film Çalışmaları ve Görsel Kültür Ortak Doktora Programı’nda doktora eğitimini tamamladı. Türkiye, İtalya ve Amerika’da çeşitli film ve belgesellerde çalıştı. Filmleri ulusal ve uluslararası pek çok festivalde gösterildi, ödüller aldı.
Kayhan bu süreçte öyküler yazmayı da ihmal etmedi. İlk öykü kitabı Gamsız Ruhlar Arasında, Delidolu Yayınları tarafından basılan Sezen Kayhan ile öyküyü senaryo ile karşılaştırarak konuştuk.
Gamsız Ruhlar Arasında ilk öykü kitabınız. Bu kitapta farklı korkular, tedirginlikler bir arada işleniyor. Sizi yazmaya iten konular mı oldu yoksa imgeler mi?
Daha çok anılar oldu aslında. Yazdığım ilk öykü “Erik Zamanı”ydı. Eskiden dedem ve anneannemle birlikte yaşıyorduk. Dedemi ben ilkokuldayken kaybettik. İlk kez bana bu kadar yakın birinin ölümüne tanık olmuştum. Bir çocuğun ölümü anlamlandırması kolay olmuyor. Yıllar sonra (belki de bunu biraz daha sindirebilmek için) o öyküyü yazdım. Daha sonra başka anılardan yola çıktığım öyküler de oldu, başkalarının anılarından yola çıktığım öyküler de. Tabii ki kitaptaki tüm öyküler yaşanmışlıklara bağlı değil, ama çıkış noktam bu kolay anlamlandıramadığım anılardı diyebilirim.
“Yarım” adlı öykünüzde mevsimlik kadın işçinin gözünden bakıyorsunuz anlatıya. Bu öyküye benzer konuda bir kısa filminiz de var. Hangisinden yola çıktınız?
Öyküden yola çıktım. Önce öyküyü yazdım. İlk kısa filmim Erik Zamanı’nda da önce öyküyü yazmıştım, sonra filmi yapmıştık. Bir filmin yapım süreci kısa film de olsa uzun sürüyor. Öyküleştirmeyi görselleştirmenin de ön adımı gibi düşünüyorum. Önce kelimelerle görselleştiriyorum, sonra görsellerle farklı bir dile çeviriyormuşum gibi geliyor. Ama tabii iki film öykülerle aynı değil.
Edebiyatla sinema birbirini nasıl besliyor?
İkisi hikâye anlatıcılığının farklı türleri. Birinde kelimelerle, birinde görsellerle düşünüyorsunuz. Bu anlamda düşünme pratiği açısından aslında ikisi çok farklı. Ama sinemanın hikâye/olay odaklı geleneksel anlatı yapılarına baktığımızda ne kadar benzer olduklarını da görüyoruz.
Yıllar önce Mike Leigh’nin bir atölyesine katılmıştım. Edebiyat uyarlamaları olan bir yönetmen olduğu için benzer bir soru gelmişti. Senaryoyu, edebî eserlerin daha altında, yapısı itibariyle o derinliğe sahip olmayan basit bir metin olarak tanımlamıştı. Ben de bu düşünceye yakınım sanırım. Senaryo bir roman ya da öyküye kıyasla daha teknik bir metin. Tabii film haline geldiğinde başka bir yapıya bürünüyor. Yine de edebiyatta hayal gücüne biraz daha fazla yer varmış gibi geliyor.
“Tenasül Hayatı” ve “Yangın Yutan Kız” öykülerinde cinsellik de bir tedirginlik, korku öğesi olarak karşımıza çıkıyor. Zor sayılabilecek konuları seçerken yazar tedirginliği yaşadınız mı?
Konu seçiminde tedirginlik yaşamadım ama anlatımda zorlandım. Kelimeleri seçerken zorlandım. Tabu olarak görülmesinden dolayı değil, yaşadıkları tecrübenin fiziksel yanına odaklanmamak, bunun duygusal, ruhsal hatta kültürel yanını anlatabilmek için. Bu yönde biraz daha fazla kafa yordum diyebilirim.
Öykü, tıpkı şiir gibi yoğun bir tür olarak karşımıza çıkıyor. Hem sadelik hem dil işçiliği gerektiriyor. Yazmaya öykülerle başlamış bir yazar olarak öykü hakkında neler söylersiniz?
Evet öykü daha özlü bir anlatım gerektiriyor. Kısa yazmak kolay değil. Uzun yazmak da kolay değil tabii ama öyküde belirli bir duyguya, konuya, imgeye odaklanmanız gerekiyor. Roman bu anlamda biraz daha geniş bir alan tanıyor. Ali Smith’in “Kısa öykü sizi daha çabuk tüketir” diye bir sözü var. Okur için söylemiş ama yazar için de geçerli bir tarafı var gibi sanki. Roman yazmadığım için karşılaştıramıyorum ama öyküde yazdıklarınızla daha çok vedalaşmanız gerekiyor gibi geliyor.
Yazmak dışında okur olarak da çok sevdiğim bir tür. Sait Faik’in, Cemil Kavukçu’nun, Tomris Uyar’ın hayatımda önemli yeri olan öyküleri var. İlginçtir, bu öyküleri okuduğum zamanları, okurken bulunduğum yerleri ve o anlardaki duygularımı da çok iyi hatırlıyorum. Öyküleri o anlarla özdeşleştiriyorum, bende öykünün böyle bir etkisi de oluyor.