Yazar Süleyman Bulut: İyi bir yazar iyi bir okur da olmalı
Gül Çetin ile Yazar Yazara köşesine konuşan Süleyman Bulut "Yazarlık, daha önce yazılmış iyi kitapları okuyarak, okuyarak, okuyarak öğrenilebilir…" diyor.
Yazar Yazara köşemde bu ayki kıymetli konuğum, çocuk edebiyatında yayımlanmış 50’yi aşkın kitabıyla yazar, sevgili Süleyman Bulut. Yazmak kadar araştırmayı da seven Sevgili Süleyman Bulut ile son çıkan kitapları ve yazım yolculuğu üzerine konuştuk. Keyifli okumalar!
İktisat okurken rakamlardan çok harfleri sevdiğinizi fark edince başlamış yazma tutkunuz. Peki, çocuklar için yazmaya nasıl karar verdiniz? Sizin gibi yazma hayali kuranlara neler tavsiye edersiniz?
Çocuklar için yazmaya 1979 yılında karar verdim… O yıl, UNESCO tarafından Dünya Çocuk Yılı ilan edilmişti. Türkiye’de yoğun bir şekilde kutlanıyordu.
Dergilerde, gazetelerde hatta televizyon da bile, çocuklar için yazmak konusu yoğun bir şekilde tartışılıyordu. Bu tartışmaları sürükleyenlerin başında, Erdal Öz geliyordu. Roman ve öyküleriyle tanınan Erdal Öz, Cem Yayınevinin çocuk bölümü olan Arkadaş Kitaplar’ın başına geçmiş, iyi çeviriler yayımlamanın yanı sıra yetişkin yazarlarımıza çocuk kitapları yazdırıyor ve yayımlıyordu. Sadece içerikleriyle değil, baskı, tasarım, renk kaliteleriyle öne çıkan kitaplardı bunlar. Her çıkan kitabı okumaya başlamıştım. O tarihe kadar radyo oyunları ve öyküler yazan ben, çocuklar için yazmaya karar verdim. 9-10 aylık bir çalışma sonucunda ilk kitabım Kar Tanesi’ni, hemen arkasından Sarıtay’ı yazdım ve Erdal Öz’ün kapısını çaldım. Erdal ağabey ikisini de beğendi ve Arkadaş Kitaplar’da yayımladı. Böylece çocuklar için yazmaya başladım ve bir daha büyüyemedim…
Yazma hayali kuran ya da kuracak olanlara ise, her zaman, şu üç öneride bulunurum: 1. Çok iyi okuyucu olmak, 2. Çok iyi okuyucu olmak, 3. Çok iyi okuyucu olmak… Yazarlık, daha önce yazılmış iyi kitapları okuyarak, okuyarak, okuyarak öğrenilebilir çünkü… Ve elbette, buna çalışmayı, sabırla çalışmayı, yeniden yeniden yeniden yazarak çalışmayı eklemek gerekir.
Yayımlanmış 50’yi aşkın kitabınızla yılladır çocuklar için yazıyorsunuz. Bu uzun yolculuğunuzu düşününce neler hissediyorsunuz? Sizi en çok gururlandıran bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
46-47 yıla uzanan yazma serüvenime dönüp baktığımda, orada yoğun bir OKUMA ve yoğun bir YAZMA çabası görüyorum. Hayatımı, günümü, haftamı okuma ve yazmaya göre planlıyor, öyle yaşamaya çalışıyordum. Disiplinli bir şekilde çalışmasam bu kadar kitabı yazamazdım. Flaubert’in dediği gibi yazmak ter dökmektir, esin perisi beklemek değil.
Gururlanma konusuna gelince… Yazmakla gururlanmayı pek yan yana getirmem ben. O açıdan bakmam yazdıklarıma… Yaşarken kendini yeniden yeniden üretmek, var etmek zorunda olan insan, bunu sevdiği bir alanda yapabiliyorsa ne büyük mutluluk! Kendimi sevdiğim bir alanda yeniden üretebildiğim için mutlu olduğumu söyleyebilirim…
Fom Kitap’tan taze çıkan Küçük Tilki ve Kuyruğu, Küçük Salyangozun Akşam Yemeği ve Kum Midyesinin Dalgalı Yolculuğu kitaplarınızı resimlemekten çok keyif aldığımı belirtmek isterim. “İz Bıraklanlar” serisi olarak geçen bu üç kitap için minik okuyucularımıza vermek istediğiniz mesaj nedir?
İz Bırakanlar’ın gün yüzüne çıkmasına çizgilerinizle verdiğiniz katkı için çok teşekkür ederim. Çok önemli bir katkı sundunuz.
Mesaj konusuna gelince… Mesaj, çocuk veya yetişkin, genel olarak edebî üretimde didaktik olmakla yüklü bir kelime, yani hemen o anlamı çağrıştırıyor… Yazar için durup düşünmesi gereken bir kavram. Pek çok iyi fikir, mesaj kaygısı yüzünden kötü bir kitaba dönüşüyor. O yüzden, ben yazarken İtalyan Marksist Gramsci’nin şu sözlerini hatırlarım hep: “Sanat, eğitici sanat olduğu için değil, sanat olduğu için eğiticidir. Çünkü, eğitici sanat olarak sanat, hiçbir şeydir, hiçbir şey olan sanat eğitemez de.”
İz Bırakanlar’da yapmak istediğimi, bu çerçevede, çocukların dünyayı anlama, kavrama ve ona katılma çabasına kelimelerle ve çizgilerle katkıda bulunmak olduğunu söyleyebilirim. Vurgulamak isterim: sadece kelimelerle değil, aynı zamanda çizgilerle… Her üç kitapta da öykülerdeki dönüşümler, kelimelerle ve çizgilerle paralel olarak ilerliyor ve tamamlanıyor…
101 Atasözü 101 Öykü, 101 Deyim 101 Öykü, 101 Tekerleme, 101 Yanıltmaca, 101 Ninni… Bu kitaplar, pek çoğumuzun kütüphanesinde yer alıyor. Özellikle 101 Atasözü 101 Öykü ve 101 Deyim 101 Öykü kitaplarınız, benim de Bavul dergisindeki “Evvelki Mühim Söyleşmişlikler” köşemi yazmadan evvel sıkça başvurduğum kaynaklar arasında. Yazmanın yanı sıra araştırma yapmayı da ne kadar sevdiğinizi bu kitaplar gösteriyor. Bu derleme kitaplarını oluşturmaya nasıl başladınız? Sizce bu kitapların çocuklar için önemi nedir?
Ben, konuşmasına bolca yöresel deyim ve atasözleri serpiştiren bir babaannenin yakınında büyüdüm. Dilim, bu tür kullanımlara yatkın olarak gelişti. Kendim de yazarken veya konuşurken sıkça kullanırım. Şimdiki çocuklar sözlü edebiyatın bu türlerine çok uzak yetişiyor şimdi. O yüzden, bir okuma parçasında deyim ya da atasözüyle karşılaşınca afallayıp kalıyor. “101 serisinde”, çocukları sözlü edebiyatın unsurlarıyla, deyim, atasözü, tekerleme, yanıltmaca ve ninnilerle buluşturmak, tanıştırmak istedim. Neden mi? Bu kullanımlar, dilimizin zenginlikleri de onun için… Çocukları, dilimizin bu zenginlikleriyle, buluşturmak, tanıştırmak istedim…
Bu yıl Kelime Yayınları’ndan çıkan resimli kitabınız Dev Şapka ve büyük bir araştırma sonucu hazırladığınız Gün Gün Atatürk kitaplarınız küçük okurlarınızla buluştu. Bu kitaplarınızı çocuklara siz nasıl tanıtırdınız?
İkisi farklı türde kitaplar… Dev Şapka kurgusal edebiyat, bir çocuk öyküsü; Gün Gün Atatürk ise bir araştırmaya dayalı, kurgu dışı, tarihsel bir kitap. Atatürk’ün parça parça değil de tarihsel bir bütün olarak bilinmesini amaçlayan, neyi, nerede, ne zaman, ne amaçla yaptığını tarihsel olarak, gün gün belirleyen bir çalışma. Tabii bunu, ortaokul ve lise bilgi düzeyinde ve tarih kitabı formatından uzak bir şekilde yapmaya çalıştım. Atatürk ve yaptıklarının tarihsel bütünlük içinde doğru kavranmasına yardımcı olmak istedim.
Dev Şapka’ya gelince… Edebî çalışmalarda yazar, ortaya koyduğu öykü ya da romanla okuyucunun arasına girmemeli… Yazar, söyleyeceğini yazdığı kitapla söylemiştir. Ondan sonrası, kitapla okuyucu arasında geçen bir okuma ve tartışma serüveni olmalı…
Çocuklar için yazarken okuyucularımıza karşı görevlerimiz olduğuna inanıyorum. Sizce bizim bu konudaki sorumluluklarımız nelerdir?
Bir yazarın okuyucuya karşı görevlerinden söz edilecekse, bunun tek bir görev olduğunu söyleyebilirim. O da, şiir yazıyorsa yazdığı iyi bir şiir, öykü yazıyorsa yazdığı iyi öykü, roman yazıyorsa yazdığı iyi bir roman olmalıdır. Bunu yapabilmişse, görevini en iyi şekilde yapmıştır bence…
Gelecekte bizi hangi projeler bekliyor? Yeni kitaplar üzerine çalışıyor musunuz?
Proje çok… Notları alınmış, hatta araştırmaları yapılmış birçok yazma projesi dosyalar içinde yazılmayı bekliyor. Şu anda yazmakla uğraştığım, iki çalışma var… Daha önce yazmaya başladığım ama yeterince iyi bulmadığım, içinden çıkamadığım için beklemeye aldığım çalışmalarım da var. Bunların ne kadarı sonlanacak, bunu zaman gösterecek. Yazma zamanı, matematiksel olarak belirlenemiyor, bilinemiyor ne yazık ki.
Süleyman Bulut ve eserlerini tanımlayan 5 kelime nedir?
Ukalalık sayılmazsa, buna şöyle cevap vermek isterim: Yayımlanmış 50 civarındaki kitabımı 5 kelimeyle tanımlamak mümkün olsaydı, binlerce sayfa yazmaya kalkmazdım…