Yazarların yazamazlığı
Ceyhan Usanmaz yazmaya başlayamayanları, kafasındakileri kâğıda dökemeyenleri, döküp de tatmin olmayanları, “kendisinde hikâye kalmayanları”, hikâyeler arasında savrulanları, kendisini hikâye olarak görenleri, hikâyesini kaleme aldıktan sonra duvara tosladığını hissedenleri getiriyor karşımıza.
Ali BULUNMAZ
Yazmak zor zanaat. Yazmaya hazırlanmak bundan da zor bazen. Kurgulamak, tercih etmek, başlamak ve sürdürmek zevkli, yorucu ve fazlasıyla emek isteyen bir iş. Peki ya yazamamak? İşte o bambaşka bir dünya ve ruh hâli. Tasarlayıp kaleme, kâğıda ya da bilgisayara sarıldıktan sonra bir anda tıkanmak ve bunun zamana yayılması, bazen korkunç bazen trajikomik ve hatta absürt bir durum. Az biraz ilerleyip orada kalmak da dâhil buna. Birkaç cümlenin ardının gelmemesi veya o ilk cümlelerin kâğıda bir türlü dökülememesi de… Kısacası başlayamamak ve bitirememek, bu işin doğasında var.
Ceyhan Usanmaz tam da oraya odaklanıyor Kâğıttan Kaplan’da; yazamama biçimlerini, hâllerini anlatıyor öykülerinde. Karşımıza ve karşısına bir ayna koyuyor; gülüyor, güldürüyor ve düşündürüyor.
‘YARATICI YAZARLIK’ ATÖLYELERİNDAN ŞİFA UMANLAR
Tükenmez denen kalemlere, bitmez sanılan kâğıtlara, tüketilemeyen kalem ve kâğıtlara gönderme yapıyor Usanmaz; nereden başlamalı, nasıl yapmalı ve hangi yollardan ilerlemeli sorularıyla şekillenen süreçlerin farklı yansımalarını hikâyeleştiriyor. Yazarların yazamazlığıyla buluşturuyor bizi. Bazısı da yazıyor ancak sonunu getiremiyor. Tam bir karmaşa, zihinsel kaos.
Her şeyin yoluna gireceğine, akıp gideceğine dair bir umudun, çaresizliğin sonrasında gelecek ümide tutunuşun öyküleri bunlar: Yazamayan yazar, önünde kâğıt, elinde kalem bekliyor. Hikâye hazır, sarf malzemeleri de öyle: “Çetrefilli bir yazma arzusu da değil aslında duyduğum; okuru şaşırtmak ya da çeşitli edebî oyunlar arasında çıkışsız bir labirente sürüklemek gibi bir derdim yok. Yalnızca iki karakter arasında geçen bir hikâyenin peşindeyim hatta. Yirmili yaşlarının başındaki ünlü genç yazarımızın şu sıralar çok okunup ödüllere boğulan ilk romanı da iki ana karakterin karşılaştığı sahneyle açılıyor. Kaç gündür elimde, dönüp tekrar tekrar okuyorum bir fikir versin diye.”
“Yaratıcı yazarlık” atölyelerinin bile deva olmadığı bir tıkanmışlığın ve yarıda kalmışlığın hikâyesini de anlatıyor Usanmaz. “Sağlam bir hikâyeyi” bekleyiş de denebilir buna. Tavşanı bulma veya görme beklentisi de… İyi bir yazar olduğuna inanmanın veya kendini kandırmanın verdiği tuhaf özgüven de… Diğer bir deyişle kurmacadan evvel kendini kurgulama hâli. Tam bir uydurma yani: Olmamış yazarın, başlamayan ve bitmeyen hayali romanı. Meseleyi biraz daha edebîleştirenler de var tabii: “Ben, sanırım en baştan beri, gözümü açtığım anda kendimi bulduğum şu dosya kâğıdında kalmak istiyorum bir süre daha. Belki de çok daha uzun bir süre. Sonu üç noktayla damgalanmış, ucu güya açık bırakılmış bir öykü gibi de değil ama; bilerek isteyerek yarım bırakılmış. O bembeyaz kâğıdın üstünde… Mürekkebim kurusun biraz. Hatta bırakın hiç yazılmamış, yazılamamış bir öykü olarak kalayım. Dilden dile, akıldan akla sürüklenen bir öykücük. Akla aniden düşüvermiş ve sıcağı sıcağına not edilmediği için unutulmuş bir fikir belki. Saman alevi gibi tutuştuğu anda sönmüş bir heves kalıntısı, hiç ulaşılamayacak bir emeklilik tasarısı. Kış aylarında terk edilen bir sahil kasabasındaki deniz manzaralı yazlığın penceresine dayalı ahşap masa üstünde, tertemiz kâğıtlar ve tükenmez kalemler eşliğinde yazılmayı bekleyen bir başlangıç cümlesi. Zamanın sonsuzluğunda sıkışıp kalmış gibi değil ama; daha çok, özgürce uçuşan bir cümle…”
‘BAŞKALDIRAN HAYALET’
Usanmaz’ın öykülerinde yazma hevesine kapılan, yazarak var olmaya çabalayan, bazısı kısa yoldan giden bazısı dikenli yolları tercih eden, hayallerine tutulan, başlayan ve bitiremeyen yazar adaylarıyla karşılaşıyoruz. Sonunu getirenlerse zihnindekini gerçekleştiremediği için mutsuz.
Hayal edenlerin yanında hayalet yazarlara da denk geliyoruz Kâğıttan Kaplan’da. Diğer bir deyişle cümleleri, başkasının kitabı hâline gelen ve o başkasının, bu cümleleri kendisininmiş gibi kullandığı gölge yazarlara… Sonra “başkaldıran hayalete” dönüşüyor gölge yazarımız: “Bir hayalet-yazardan beklenecek şekilde egosunu bastıracak bir disiplin yoktu onda. Baktı ki kimse kontrol etmiyor yazdıklarını, satır aralarına, giderek artan oranda kendi hayatından, biraz renklendirdiği düşüncelerinden, görüşlerinden kırıntılar serpmeye başladı. Çocukluğundan anekdotlar aktardı. Akrostişlerle adını yazdı hatta. (...) Gazeteci-yazarlık gibi hayalet-yazarlığı da becerememişti belki ama hayaletliğin hakkını verecekti; gücünü, var olmayı reddetmekten alacaktı.”
Usanmaz yazmaya başlayamayanları, kafasındakileri kâğıda dökemeyenleri, döküp de tatmin olmayanları, “kendisinde hikâye kalmayanları”, hikâyeler arasında savrulanları, kendisini hikâye olarak görenleri, hikâyesini kaleme aldıktan sonra duvara tosladığını hissedenleri getiriyor karşımıza. Dolayısıyla yazma ve yazamama sancısından mustarip karakterler eşliğinde, kendini bu işe kaptıranlar ve kaptırmaya niyetlenenler için oyunlar kurguluyor Kâğıttan Kaplan’da.