Yazı yapıyor ve resim yazıyorum
Remzi Karabulut’un ‘Dokumacı Kuşlar’ı, hayallerin gerçeklerle çarpıştığı anların hikâyesi. Sözcüklerin renk, cümlelerin doku kazandığı bu metin; resimle yazı arasında salınan, belleği, mitleri ve gündeliği aynı dokuda örmeye çalışan bir anlatı denemesi.

Hazal ÇELİK
Bazı kitaplar sadece anlatmaz, gösterir de. Remzi Karabulut’un Dokumacı Kuşlar’ı, tam da böyle bir kitap. Yazarla, görsel olanla sözel olanın birbirine karıştığı bu metnin izini sürdük; sözcüklerin nasıl birer imgeye dönüştüğünü, anlatının neden bilinçli biçimde parçalandığını ve unutmanın hafızayla kurduğu tuhaf ilişkiyi konuştuk.
‘Dokumacı Kuşlar’ hem okunması hem de görülmesi için yazılmış bir metin olarak tanımlanıyor. Görsel ve dilsel anlatımın sınırlarını zorlayan bu metni oluştururken, bir ressam olarak yazıyla ilişkinizi nasıl kurdunuz? Sözcükleri renklere, cümleleri dokulara dönüştürme süreciniz nasıl işledi?
Yazılmış bir metinden sonra bir kez daha onu açıklamaya çalışmak bizi bambaşka yere götürebilir. Söyleyeceklerim yazılmış olanın uzağında kalabilir. Yine de şunu diyebilirim: Yazmakla çizmek bir düşünce biçimi olup aynı anda kendini gösteriyor bende. Böyle olduğunu bildiğim birçok sanatçı, birçok yazar da var. Çizerken yazıyor muyum, yazarken çiziyor muyum, farkında değilim çoğu zaman.
Resim yaparken renkler, dokular ve biçimler bir araya gelerek bir öykü anlatır; yazı da benim için benzer bir alan açıyor. Bu dosyayı oluştururken sözcükleri yalnızca anlam yükleriyle değil, görsel ve işitsel etkileriyle de düşündüm. Harflerin dizilişi, cümlelerin akışı bir fırça darbesinin hareketi gibi şekillendi. Sözcükleri bazen yoğun ve ağır dokulara, bazen de ince, neredeyse saydam bir boya katmanına dönüştürmek istedim. Bu yüzden metnin içinde renk değişimleri gibi ton geçişleri var. Yazı, zihnimdeki imgeleri tuvale aktarmanın başka bir yolu oldu.
Kitapta “diş turşusundan kirli gömlek salatasına, tırnak tuzundan deri sarmasına” kadar birçok sıra dışı metafor var. Bu imgeler nasıl ortaya çıktı? Sözcükler mi sizi yönlendirdi, yoksa bir dünya kurup sözcükleri ona mı uydurdunuz?
Bu imgeler, nesneler arasındaki görünmez bağları keşfetme isteğimden doğdu. Bazen sözcükler beni yönlendirdi, bazen de içimde kurduğum dünya sözcükleri şekillendirdi. Bir ressam olarak renkleri birbirine karıştırırken nasıl yeni tonlar ortaya çıkıyorsa, sözcüklerde de aynı deneyimi yaşadım. Duyuların, tatların ve dokuların iç içe geçtiği bir alan yaratmak istedim. Metaforlar bazen zihnimin oyunları, bazen de geçmişin ve belleğin iç içe geçmiş katmanları olarak ortaya çıktı.
“Tanrılarla kuşları aynı karede düşünüyordu” diyorsunuz bir yerde. Mitolojik ve gündelik öğeler metin boyunca iç içe geçiyor. Yazarken bilinçli bir mit yaratma çabası içinde misiniz, yoksa bu sizin düşünce dünyanızın doğal bir yansıması mı?
Bu, büyük ölçüde benim dünyayı algılama biçimimden kaynaklanıyor. Mitoloji, gündelik hayatın içinde var olmaya devam ediyor. Yalnızca daha incelikli, daha gözden kaçan biçimlerde… Modern dünyanın ritüelleri, antik mitlerden çok da farklı değil. Bazen bir kahve fincanının dibindeki telve, kehanetle dolu olabilir; bazen bir kuşun kanat çırpışı, tanrısal bir işarete dönüşebilir. Mitleri yaratma çabasından çok, onların hâlâ burada, içimizde ve çevremizde var olduğuna inanıyorum. Yazarken bu unsurlar kendiliğinden beliriyor.
‘Dokumacı Kuşlar’, zaman zaman manifesto gibi, bazen şiirsel, bazen de parçalanmış bir rüya gibi ilerliyor. Geleneksel anlatı yapısına meydan okuyan bu parçalı ve akışkan biçim bilinçli bir tercih mi? Edebiyatın türlere ayrılmasını ve anlatının mutlaka bütünlüklü olması gerektiği fikrini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Parçalar çağı yaşıyoruz hepimiz. Hayat bütünlüklü değilken, anlatının da mutlaka bütünlüklü olması gerektiğini düşünmüyorum. Zihnimiz bir rüyanın içinde uyanıyor, hatıralar ve anlar parçalara ayrılıyor, geçmiş ve şimdi birbirine karışıyor. ‘Dokumacı Kuşlar’ın yapısı da tam olarak bunu yansıtıyor. Okuyucunun metinle bir nehir gibi akmasını, bazen bir girdaba kapılmasını, bazen de kıyıya vurmasını istedim. Anlatının geleneksel yapılar içine sıkıştırılmasına karşıyım; tıpkı resimde perspektifin kırılması gibi, yazıda da zamanın, mekânın ve anlamın kırılabileceğini düşünüyorum. Parçaların bilinçli birbiriyle ulanırken, çoğu zaman aralarında zıtlıklar da yaratmak istediğim atmosferin bir parçası oldu bana göre.
Bellek ve unutma, kitabın önemli temalarından biri gibi görünüyor. Bireysel ve toplumsal hafızayı işlerken nasıl bir yaklaşım benimsediniz? Geçmişle hesaplaşan bir metin mi, yoksa unutmayı da bir varoluş biçimi olarak mı ele alıyorsunuz?
Bellek hem bir ağırlık hem de bir geçiş kapısı. Bireysel hafıza ve toplumsal hafıza, üst üste binen katmanlar gibi. Bazen bir çocukluk anısı, tarihsel bir kırılmanın yankısını taşır. Ama unutmak da var olmanın bir parçası; bazen yaşamak için unutmak gerekir. Kitap, bellekle hesaplaşmak kadar unutmayı da kucaklıyor. Tıpkı eski bir duvarın üzerindeki solmuş yazılar gibi; bazı şeyler silinir ama yüzeyde izleri kalır.
Zaman, mekân ve karakterler sürekli değişiyor, akışkan bir anlatım söz konusu. Zamanın ve mekânın kaygan olması sizin için ne ifade ediyor? Gerçekliği nasıl algılıyor ve yansıtıyorsunuz?
Gerçeklik benim için katı bir yapı değil, daha çok sıvı bir formda. Zaman, yalnızca saatlerin ölçtüğü bir şey değil; bazen bir anın içinde yıllar saklı olabilir, bazen de bir ömür tek bir saniyeye sığabilir. Mekân da benzer şekilde değişken; bir şehir sokaklarıyla olduğu kadar, hafızamızda bıraktığı izlerle de var. Anlatımın bu akışkan yapısı, dünyayı nasıl algıladığımı yansıtıyor. Gerçeklik dediğimiz şey, algılarımızın ve hatıralarımızın bir toplamıysa, neden sabit ve değişmez olsun?
Şimdilerde ne yazıyor ne çiziyorsunuz?
Biraz bekliyorum şu sıralar. Bu ağır ve gereksiz kafadan ne çıkacağını ben de bilmiyorum. Kendimi yakından takip eden bir sanat ve edebiyatsever olarak benden ne çıkacak merakla bekliyorum.
Neler okuyorsunuz son zamanlarda?
Yazı yapıyor ve resim yazıyorum. Kendimi okuyorum. İlham ırmağımı kurutmamak için yollara atıyorum kendimi. Yolda olma hali çok yaratıcı. Yaşamda olduğu gibi öykülerimin de sonunu tahmin etmemeliyim.